sayfa içeriği
MeHMeT YıLDıZ

SIFALI BITKILER

 
   

     
Aynısafa
Aynısafa
Aynısafa bitkisinde bulunan bazı etkin maddeler:
 
12-URSENE-3,6,21-TRIOL
2,4-METHYLENE-CHOLESTEROL
24-METHYLCHOLEST-5,22-DIEN-3-BETA-OL
24-METHYLCHOLEST-7-EN-7-BETA-OL
28-ISOFUCOSTEROL
4-ALPHA-METHYL-24-METHYLENE-CHOLEST-7EN-3BETA-OL
4-ALPHA-METHYLSTIGMASTA-7,24(28)-DIEN-3BETA-OL
4-BETA-METHYLERGOSTA-7,24(28)-DIEN-3-BETA-OL
4-BETA-METHYLSTIGMASTA-7,24(28)-DIEN-3BETA-OL
5-PHYTYLTOLUQUINONE
6-PHYTYLTOLUQUINONE
7-METHYLTOCOL
8-METHYL-TOCOL
9'-CIS-LUTEIN
9-HYDROXY-TRANS-10,CIS-12-OCTADECADIENIC-ACID
ALKALOIDS
ALPHA-AMYRIN
ALPHA-TOCOPHEROL
ALPHA-TOCOPHEROLQUINONE
ARNADIOL
ASCORBIC-ACID
AUROCHROME
AUROXANTHIN
BETA-AMYRIN
BETA-SITOSTEROL
BREIN
CAFFEIC-ACID
CALCIUM
CALENDINE
CALENDOL
CALENDRIN
CALENDULADIOL
CAMPESTEROL
CAROTENOIDS
CARYOPHYLLENE
CERYL-ALCOHOL
CHLOROGENIC-ACID
CHOLEST-7-EN-3-BETA-OL
CHOLESTANOL
CHOLESTEROL
CHRYSANTHEMAXANTHIN
CIS-FLAVOXANTHIN
CIS-LUTEOXANTHIN
CITROXANTHIN
DIMORPHECOLIC-ACID
ERYTHRODIOL
FARADIOL
FLAVOCHROME
FLAVONOIDS
FLAVOXANTHIN
FUCOSTANOL
GALACTOSE
GAMMA-TOCOPHEROL
GENTISIC-ACID
HELIANTRIOL-C
HELIANTRIOL-F
INULIN
ISORHAMNETIN-3-GLUCOSIDE
ISORHAMNETIN-3-O-RUTINOSIDE
ISORHAMNETIN-3-RUTINOSIDE
KAEMPFEROL
LAPENETRIOL
LAURIC-ACID
LINOLEIC-ACID
LINOLENIC-ACID
LONGISPINOGENINE
LUP-20(29)-ENE-3BETA,16BETA,28-TRIOL
LUPEOL
LUTEIN
LUTEIN-EPOXIDE
LUTEOXANTHIN
LYCOPENE
MALIC-ACID
MANILADIOL
METHYL-PENTOSE
MUCILAGE
MUTATOCHROME
MUTAXANTHIN
MYRISTIC-ACID
NARCISSIN
NEOLYCOPENE
OLEAN-12-ENE-3BETA,16BETA,28-TRIOL
OLEANOLIC-ACID
OLEIC-ACID
P-COUMARIC-ACID
P-HYDROXY-BENZOIC-ACID
P-HYDROXYPHENYLACETIC-ACID
PALMITIC-ACID
PALMITOLEIC-ACID
PENTADECANOIC-ACID
PHYTOFLUENE
PLASTOQUINONE
PSEUDOTARAXASTEROL
PSI-TARAXASTEROL
PYROGALLOL-TANNIN
QUERCETIN
RESIN
RUBIXANTHIN
RUTIN 
SALICYLIC-ACID
SAPONIN
SAPONOSIDES
STIGMAST-7-EN-3-BETA-OL
STIGMASTANOL
STIGMASTEROL
SYRINGIC-ACID
TANNIN
TARAX-20-ENE-3BETA,16BETA,22ALPHA-TRIOL
TARAX-20-ENE-3BETA,16BETA,30-TRIOL
TARAXASTEROL
TRANS-8,TRANS-10,CIS-12-OCTADECATRIENIC-ACID
UBIQUINONE
URONIC-ACID
URSA-12-ENE-3BETA,16BETA,21-TRIOL
URSADIOL
URSATRIOL
VANILLIC-ACID
VIOLAXANTHIN
ZETA-CAROTENE
   
     
Çınar Yaprağı
Çınar Yaprağı
Kür amaçlı kullanılacak çınar yaprağının mutlaka dalından taze toplanması gerekir. Toprağa düşmüş çınar yaprakları kullanılmaz. Toplanacak olan çınar yapraklarının olgunlaşmış olmasına dikkat etmek gerekir. Olgunlaşmamış veya körpe filiz şeklinde olan yapraklar kür için uygun değildir. Yaprakların üzerinde kahverengi lekeler var ise, bu yapraklarında kullanılmaması gerekir. Kullanılacak olan çınar yapraklarının derin yırtıklı olmasına dikkat ediniz.  
 
 
1)       Oniki yaş altı çocukların herhangi bir kürü hekimlerine danışmadan uygulamalarını kesinlikle önermiyorum.
2)       Aksi belirtilmedikçe aynı anda birden fazla kür uygulanmamalıdır. Herhangi bir kürün uygulama süresi tamamlanmadan da başka bir bitki çayı ( yeşil çay, papatya, ıhlamur, adaçayı, gibi…) içilmemelidir.
3)       Tüm kürlerin çelik veya emaye kaplarda hazırlanması gerekmektedir.
4)       Kullanacağınız bitkinin raf ömrünün bir yılı geçmemiş olmasına dikkat ediniz
 
Kür : Kireçlenmeye karşı
İki adet büyük boy taze (yeşil) yada kurutulmuş çınar yaprağını soğuk suda yıkayınız ve parçalara ayırınız. Bir su bardağı klorsuz suyu kaynattıktan sonra yaprakları ilave ediniz ve kısık ateşte ağzı kapalı olarak bir dakika kaynatınız. Kaynama süresi tamamlandıktan sonra sıcakken süzünüz. Ilıyınca akşam yemeklerinden önce ve gece yatarken içiniz. İki içim arasında en az üç saat fark olmalıdır. Bu küre otuz gün ara vermeden devam ediniz. Her defasında taze olarak hazırlayınız. Şikâyetlere göre dönem dönem tekrarlanabilir.

Not :Yüksek tansiyon hastalarının uygulamaları önerilmemektedir.
 
 
Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.

Hatmi
Hatmi

Kronik öksürük veya kış aylarında üst solunum yolları enfeksiyonlarına bağlı inatçı öksürüklerde ideal bir yardımcıdır. Kaynamış bir bardak sıcak sütün içerisine bir tutam (4-5 gram) hatmiden ilave edilir ve karıştırılır. Birkaç dakika bekledikten sonra yudum yudum içilir. Günde iki kez tekrarlanabilir. Bu kürü önerdiğim hemen hemen herkes çok memnun kaldıklarını bildirdiler. 6 yaşını doldurmuş çocuklarda bu kürü uygulayabilir.


 


Isırgan
Isırgan
 
 
Latince : Urtica dioica
İngilizce : Nettle
Almanca : Brennessel
Özellikleri : Akciğer kanseri şeker hastaları kuyruk sokumu iltihabı  saçlara parlaklık ve canlılık saçlardaki kepeğe karşı romatizma arthiritis romatizmal ağrı ve şikâyetlerine karşı alerjiye karşı direnç inflamasyonu azaltır
 
Isırgan, bugüne kadar tanıdığım bitkiler arasında en karmaşık olanıdır. Bu bitkiyi araştırırken, daha dikkatli ve sabırlı olmam gerektiğini anladım. Isırgan, birbirlerinden tamamen farklı yüzlerce bitkiye uyguladığım sistematiğime ve araştırma metodolojime kesinlikle uymuyordu. Hem kimyası hem de biyokimyası değişkenlik gösteren bir bitkidir. Bugüne kadar incelediğim ve araştırdığım hiçbir bitkiye benzemiyordu. Bir kısım etkin maddeleri, metabolitlere doğrudan etki ederken, bazı etkin maddeleri de hormonal denge üzerinden etki ediyordu. Beni, kendisini tanımamda çaresiz bırakmıştı. Yıllar içerisinde geliştirmiş olduğum sistematiğe ve sistematiğimin kurallarına adeta karşı çıkıyordu. Isırganla inatlaştığımın farkına vardım. Bana adeta, “beni tanımak için ya sistematiğini ve kurduğun sistematiğinin kurallarını değiştir ya da beni istisna kabul et” der gibiydi. Yaklaşık otuzbeş yıldır sistemli olarak geliştirdiğim ve kurduğum araştırma kurallarını ve prensiplerini değiştiremezdim. Yıkmaya veya değiştirmeye de hiç niyetim yoktu…
 
Isırgan, doğal ortamında çevre şartlarına aşırı derecede bağlı olan bir bitkidir. Yetiştiği toprağın mineral ve tuz dengesinden en çok etkilenen bitki ısırgandır. Onun iri, sağlıklı ve geniş yapraklı yapısına bakarak, “işte bu en etkili olanıdır” diye düşünüp, sakın aldanmayınız. Cılız görüpte toplamak istemediğiniz bir ısırgan, tedavi amaçlı olarak bazen daha güçlü ve etkili olabilir. Bazende cılız deyip toplamamakla doğru karar vermiş olabilirsiniz. Bunu yazmakla sizi ikilem içerisinde bıraktığımın farkındayım. Peki, tedavi gücü en etkili olanı nasıl ayırt edeceğiz?
 
Yukarıda da belirttiğim gibi ısırgan benim için en karmaşık bitki olmuştur. Araştırmalarımda beni çok fazla yormuştur. Çünkü, içerdiği etkin maddelerin bütünlüğü yetiştiği toprağın kimyasal yapısına ve asitlik derecesine (pH)  çok bağlıdır. Topladığınız yerden birkaç yüz metre ilerdeki ısırgan aynı özelliğe sahip olmayabilir. Bunun nedeni, toprağın kimyasal yapısı, nem oranı ve tuz dengesi aynı alanda farklılık gösterebilir. 
 
Şimdi size başka bir örnek vermek istiyorum, duvar dibinde yetişen ısırgan ile hemen birkaç metre ilerisinde ve açıkta yetişen ısırgan arasında toprağın kimyasal yapısı ve elektrolit dengesi aynı olmasına rağmen, etkin maddelerin  bütünlüğü açısından önemli farklılıklar vardır. Peki, birbirlerine sadece birkaç metre uzakta olan bu iki ısırganın etkin maddeler bütünlüğü bakımından farklılıkları nereden kaynaklanıyor? Bunun sebebi, duvar dibinde yetişenin gün içerisinde güneşi daha az görmesi ve yine duvar dibinde yetişenin toprağının daha nemli olmasıdır. Duvardan sadece birkaç metre uzakta olan ısırgan ise, gün boyu güneşi daha fazla görür ve toprağı da güneşi daha fazla gördüğü için daha az nemlidir. Bu farklılıklar ısırganın etkin madde bütünlüğünü kolayca etkileyebilmektedir. Tanıdığım en karmaşık bitki derken bu özelliğini vurgulamaya çalıştım. İşte, ısırganın bu özelliğinin olması ona ayrı bir gizemlilik kazandırmaktadır. Kısaca, ısırganın etkin madde bütünlüğü hem çevre şartlarından, hem toprağının kimyasından ve neminden, hem de güneşten büyük oranda etkilenmektedir. Bu özelliği, tanıdığım başka bitkiler aynı boyutlarda  göstermiyorlar.
 
Uğrunda mücadele verdiğim, savunmasını yaptığım sistematiğimden ve bu sistematiğimin kurallarından asla vazgeçmeyeceğim ve bu konuda taviz vermeyeceğim konusunda kesin kararlıydım. Ancak, onu bir istisna olarak tanımak ve kabul etmek de istemiyordum. Onun bu özelliği beni adeta yol ayrımına getirmişti. Uzun yıllar emek vererek geliştirdiğim  bilimsel kurallarıma  uymuyordu. Çoğu bitkide yaptığım gibi, ara vererek çalışıyordum. Çünkü, hep aynı bir bitki üzerinde çalışmak, insanı kolayca kısır döngünün içerisine itebiliyordu. En doğru olan kısa aralıklarla değişik bitkiler üzerine çalışmaktır. Bu sayede hem monotonluk hem de kısır döngü riskini yaşamaktan uzaksınız demektir. Isırgana her defasında döndüğümde, hep aynı çözümsüzlükle karşı karşıya kalıyordum. Zamanla ona ön yargılı davrandığımın farkına varmıştım. Onu iyi tanımadığıma karar vermiştim. Üzerinde daha çok çalışmam gerektiğine inandım. Eğer onu iyi tanımış olsaydım, geliştirmiş olduğum sistematiğimin onu istisna kabul etmesine gerek kalmayacaktı.
 
Isırgan türleri
Isırgan, yöreden yöreye farklı türler gösterir. Avrupa, Amerika, Asya veya Avusturalya’da hep farklı türleri vardır. Çevresinde yetişen bitki florasına bağlı olarak çok fazla yatay geçişten etkilenmektedir. Ülkeden ülkeye değişen o kadar fazla türü vardır ki, saymakla bitmez. İşte size birkaç örnek, 
  • Urtica angustifolia (Çin, Japonya, Kore)
  • Urtica ardens (Çin)
  • Urtica atrichocaulis (Himalaya, Çin’in güney-batısı)
  • Urtica atrovirens (Batı Akdeniz Bölgesi)
  • Urtica cannabina  (Asya ve Sibirya)
  • Urtica chamaedryoides (Kuzey Amerika)
  • Urtica dioica L. (Avrupa, Kuzey Karadeniz)
  • Urtica dubia (Kanada)
  • Urtica ferox (Avusturalya, Yeni Zellanda)
  • Urtica fissa (Çin)
  • Urtica galeopsifolia (Orta Avrupa, Çorum, Sivas, Yozgat)
  • Urtica gracilenta (Orta Amerika)
  • Urtica hyperborea (Karadeniz’in yüksek yaylaları, Pakistan)
  • Urtica incisa (Avusturalya)
  • Urtica kioviensis (İngiltere, Fransa, Hollanda)
  • Urtica laetivirens (Moğolistan, Japonya)
  • Urtica mairei (Himalaya)
  • Urtica membranace(İngiltere, Azor Adaları)
  • Urtica morifolia (Kanarya Adaları)
  • Urtica parviflora (Hindistan)
  • Urtica pilulifera (İtalya, Sicilya, Fransa’nın güneyi)
  • Urtica platyphylla (Çin, Japonya)
  • Urtica pubescens (İran, Rusya)
  • Urtica rupestris (Sicilya)
  • Urtica sondenii (İskandinav Ülkeleri, Rusya)
  • Urtica taiwaniana (Tayvan, Endenozya)
  • Urtica thunbergiana (Japonya, Tayvan)
  • Urtica triangularis
  • Urtica urens (Ege, Orta Avrupa)
Daha onlarca türü vardır. Safranbolu evlerinin arka bahçelerinde yetişen ısırgan bu bölgenin endemik bitkisidir. Özellikle, Safranbolu evlerinin arka bahçelerinde yatişen diyorum, çünkü, Safranbolu evlerinin arka bahçelerinin kendine özgü bir alt yapısı vardır. Bu alt yapının toprağa kazandırdığı özellik sayesinde burada yetişen ısırgan, yıllar içerisinde evrimini tamamlayarak Safranbolu’nun endemik bitkisi olmaya hak kazanmıştır. Bu alt yapı özelliği bozulduğu taktirde, Safranbolu’ya özgü (has) endemik ısırgan da kaybolmaya mahkumdur.
 
Değerli okuyucu, araştırma, doğru soru sorabilme sanatıdır. Araştırdığınız konu ve konuya ilişkin sorunun cevabı her hangi bir kitapta yazılı değildir. Araştırdığınız konuyla ilgili kafanızda binlerce soru veya sorular zinciri vardır. Bu sorulardan bir tanesi doğrudur. Eğer, doğru soruyu sorabiliyorsanız, alacağınız cevap da doğrudur ve sizi doğru sonuca götürür. Eğer, yanlış soru soruyorsanız, yanlış cevap alırsınız. Doğru soruyu bulup sorana kadar, bazen günler, bazen aylar bazen de yıllar geçer. Bazen de o doğru soruyu bir türlü soramazsınız çünkü aklınıza gelmez.
 
Nihayet, 2005 yılının  Eylül ayında ısırganla ilgili olarak doğru soruyu sorabilmiştim. Isırganın içerdiği etkin maddeler kompozisyonu, çevre şartlarına (iklime, havanın nemine, güneşin şiddetine, güneşi alış süresine)  ve de toprağın kimyasına, mikrobiyolojik florasına, asitlik derecesine, elektrolit dengesine ve toprağın nemliliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Öyle ise, ısırganın etkin maddeler dengesini bu kadar çok etkileyen faktör varken, onun tedavi gücünden nasıl emin olabilirim? İşte, bu soru yanlış. Doğru olan soru, mademki ısırganın etkin maddeler dengesini bu kadar çok etkileyen faktör var, bu faktörlerden (parametrelerden) hangisini veya hangilerini kontrol ederek veya kontrol altında tutarak, içerdiği etkin maddeleri en etkili olan şekliyle  koruyabilirim? Isırganı amaca uygun olarak yetiştirmek bizim elimizdedir. Onu yönetebiliriz. Doğru soruyu bulduktan sonra sistematiğimi değiştirmeme ve ısırganı da bir istisna olarak tanımama gerek kalmamıştı.
 
Isırganın, saçlara verdiği canlılık, parlaklık ve kepeğe karşı koruyucu etkisi bilinen en genel özelliğidir. Isırganın tarihçesinde kanser tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir. Bunun dışında kabızlığa, astıma, gut (gout) hastalığına, romatizmal şikayetlere, bel soğukluğuna ve tüberküloza karşı kullanıldığı tarihçesi içinde bir çok yerde belirtilmiştir. Son yıllarda ısırganın tohumlarının da özellikle Avrupa’da iyi huylu prostat büyümesine (Prostate Hyperplazy) karşı tablet olarak kullanılmasına başlanmıştır. Tüm bunların yanında hemen hemen bir çok bitkide bulunan idrar söktürücü (diüretik) özellik ısırganda da bulunmaktadır. Vücuttan su atılmasında oldukça etkilidir. Su atılması esnasında elektrolit de atılmaktadır. Kısaca, vücudun tuz dengesini de etkilemektedir. Tuz dengesi denilince potasyum, sodyum, kalsiyum gibi iyonlar akla gelmelidir. Özellikle, potasyum kalp için çok önemlidir. Potasyum dengesizliği kalp ritim bozukluğuna (aritmi, ekstrasistol) neden olabilmektedir. Bu yüzden ısırgan çayını sık sık tüketenlere, ısırgana karşı ölçülü olmalarını öneririm. Çünkü, ısırgan çayını tüketen bir çok insana soru sorduğumda, aldıkları ısırgan miktarının, demleme sürelerinin ve de kullandıkları ısırganın doğru seçilmiş olmadığını gördüm.
 
Değerli okuyucu, kullanacağınız her bitkisel kürün, bitki  miktarları, demleme süreleri, içim zamanları farklıdır. Bunlar doğru uygulanmadığı taktirde başarılı bir sonuç yerine olumsuz sonuçlar alınabilir. Bitkisel kürlerini öylesine yanlış uygulayan insanlar gördüm ve tanıdım ki, daha etkili olur düşüncesiyle yarım saat veya bir saat kaynatıyorlar. Böylece daha etkili olacağını zannediyorlar. Tam aksine, bu şekilde bitkinin tüm şifa veren gücünü ortadan kaldırıyorlar.
 
Benim, ısırgan üzerinde yaptığım çalışmalarımda üzerinde durduğum nokta, ısırganın akciğer kanserine karşı olan etkisini daha da artıracak olan ikinci bir promotor veya stimule özelliği olan bitkiyi aramaktı. Aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi ısırganın kanseri önleyici,  tümörü yok edici ve de vücudumuzdaki kanserojen maddeleri uzaklaştırma gücü var. Bu gücü, tek bir etkin maddeden kaynaklanmamakdadır. Isırganda kansere karşı savaşan en az onbeş tane birbirinden farklı etkin madde bulunmaktadır. Ancak, bu gücü çoğu zaman yeterli olmamaktadır. Bunun nedeni, ısırganın içerdiği etkin maddelerin vücudumuz tarafından yeterli düzeyde absorbe (emilmek) edilememesidir.
 
Akciğer kanserinin tedavisinde, tek başına ısırganın başarılı olma gücü çok çok azdır. Isırganın tek başına akciğer kanserini tedavi etmekteki gücü bir milyonda bir civarındadır diyebilirim. Yani, bir milyon akciğer kanseri hastasından bir tanesini tedavi edebilir. Bu da çok az bir orandır. Birbirinden çok farklı özellikte etkin madde içeren ısırganın akciğer kanserine karşı hem önleyici hem de tedavi edici gücünü arttıran bitki ebegümecidir. Isırgan-Ebegümeci karışımı bazı akciğer kanseri hastalarında tedavi başarı oranını %3 – 5’e kadar yükseltebilmektedir. Yani %3-%5 oranında akciğer kanserini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu noktada çok sık karşılaştığım sorulardan bir tanesi de neden bazı akciğer kanseri hastalarında tedavi gücü var ama bazılarında yok?  Bunun en önemli nedeni genetik yapıda gizlidir. Çünkü, hücre içerisinde bulunan genler, o hücrenin metabolizmasını kontrol etmektedir.
 
Unutmayınızki, hiçbir insanın genetik yapısı bir başka insanın genetik yapısına benzemez. Bir insanın bir başka insana tıpa tıp (%100) benzemesi mümkün değildir. Bu kişiler aynı yumurta ikizi dahi olsa birbirleri ile aynı genetik yapıya sahip değillerdir. Her insan orjinal olarak yaratılmış olup, özdeşi yoktur. İşte, genetik yapının farklı olması demek, hastalığın seyrinin de farklı olması demektir.
 
Hemen belirtmekte fayda görüyorum; tek başına ebegümeci bitkisinin de akciğer kanseri üzerinde önleyici, durdurucu veya tedavi edici bir etkisi yoktur. Ebegümeci, ısırganla karıştırıldığı zaman ısırganın kansere karşı etkin olan maddelerinin vücudumuz tarafından emilmesini arttırıcı ve bu etkin maddelere medyatör ve işlevlerini arttırıcı rol oynamaktadır. Isırganın ülkemizde ve dünyada çok değişik çeşitleri vardır. Mühim olan doğru ısırgan türünü bulmaktır. Isırganın küründen amaca uygun olarak faydalanabilmek için ısırganın çiçek açmadan önce toplanması gerekir. Isırgan toplandıktan sonra köklerinden iple bağlanarak asılıp (yaprakları aşağıya doğru)  havadar ve gölge bir ortamda kurutulması gerekir.
 
Değerli okuyucu, yeri gelmişken vurgulamak istediğim bir nokta da şudur, ısırganla ilgili bu yazının ilk paragrafında ısırganın çok kolaylıkla etkin madde spektrumunun toprağın pH’ına (asitlik derecesi) ve elektrolit dengesine ve güneşe bağlı olarak değiştiğini belirtmiştim. Her nekadar ısırgan doğru zamanda toplansa bile, etkin madde bütünlüğünün toprağa ve güneşe olan bağımlılığı önemli bir noktadır. Isırgan kesinlikle hassas bir bitki değildir. O sadece, etkin madde bakımından  çok değişken bir bitkidir. Onun bu değişkenliği toprağa, güneşe, yağış debisine, vb. sıkı sıkıya bağlıdır. Isırgan demek istiyorki, “benim yetiştiğim toprağın özelliğini ve üzerime düşen güneş ışığını öyle kontrol ediniz ki, siz insanlara en iyi şekilde, amacınıza uygun olarak hizmet vereyim”.  Doğru toprakta, doğru yağış alanında ve doğru güneş ışığında yetişmiş olanları öylesine tedavi ve önleyici gücüne sahiptir ki, adeta mucize yaratırlar.
 
Tablo: Isırganın yapraklarında ve saplarında bulunan temel etkin maddeler
formic acid
flavonoids
histamine,
sterols
serotonin
tannins
choline
acetophenone
friedelins
linolenic acid
carotenoids
agglutinins
 
Lycopen maddesinin etki farklılığı
Karpuz, domates, soğan ve ısırganda bol miktarda bulunan lycopen, prostat, rahim, idrar kesesi ve meme kanserlerine karşı önleyici, koruyucu ve tedavi edici güce sahip bir maddedir. Ancak, lycopenin bu kanser türlerini önleyici gücü tedavi gücünden çok daha fazladır. Değerli okuyucu bir hastalığı önlemek onu tedavi etmekten çok daha kolaydır.
 
Yeri gelmişken bir noktaya açıklık getirmek istiyorum, son birkaç yıldan beri lycopen moda bir kelime haline geldi. Lycopen maddesi öyle sanıldığı gibi tek başına ve doğrudan etkili bir etkin madde değildir.
 
Isırganda, domateste ve soğanda bulunan lycopen hep aynı lycopendir. Peki, farklı olan nedir? Farklı olan nokta, lycopenin soğanda, domateste veya ısırganda bulunmasındaki etki farklılığındadır. Lycopenin etki mekanizmasını farklı kılan bulunduğu bitkiye bağlıdır. Soğanda bulunan lycopen aynı lycopendir ancak, soğanda bulunan medyatör ve fonksiyonel maddeler domateste yoktur, bu çok önemli bir fark ve ayrıcalıktır. Aynı şekilde domateste bulunan medaytör ve fonksiyonel maddeler de soğanda yoktur. Bu nedenle soğanda bulunan lycopenin etkisi ve endikasyonları farklıdır. Ve yine domateste bulunan lycopenin etkisi ve endikasyonları da farklıdır.
 
Domateste bulunan lycopen maddesinin endikasyonları (etki ettiği hastalıklar) kendisinde bulunan medyatör ve fonksiyonel maddelerden dolayı farklıdır. Şöyle de açıklayabiliriz, domates kürünü uyguladığımız zaman, domateste bulunan medyatör ve fonksiyonel maddeler lycopeni spesifik olarak farklı bir organa yönlendirirken, soğanda bulunan medyatör ve fonksiyonel maddeler domatestekinden farklı olduğu için, lycopeni spesifik olarak farklı organlara yönlendirir.
 
Buna bir örnek vermek gerekirse, domates kürü uygulandığında lycopen gözlere, kalbe ve idrar torbasına yönelik etkisini gösterir. Soğan kürü uygulandığında ise, prostata ve karaciğer metabolizmasına yönelir ve orada ağırlıklı olarak etkisini gösterir.  Buradan çok önemli bir sonuç çıkmaktadır. Saf halde lycopen etkin maddesini tablet olarak aldığımızda lycopen nereye yönelecektir ve hangi endikasyonu gösterecektir? Lycopen saf halde olduğu ve medyatör ve de fonksiyonel etkin maddeleri yanında bulunmadığı için yönlendirilemeyecek ve de istenilen endikasyonuda (etkiyi, etkili tedaviyi) göstermekte zorlanacaktır. Bu zorlanma insan vücudunda yan tesir olarak çeşitli reaksiyonların ortaya çıkmasına veya da hemen hemen hiçbir etki gösteremeden vücuttan dışarı atılmasına neden olacaktır.
 
Unutmayınız, alınan her etkin maddenin vücutta belli bir kalış süresi vardır. Eğer, bir etkin maddeyi yardımcı etkin maddeleri (medyatör, fonksiyonel, ikincil yardımcı maddeler) ile beraber vücudumuza alırsak kısa sürede hem doğrudan gideceği dokuyu veya organı bulur hem de kısa sürede etkisini gösterir. Tablet formunda olan bitkisel kökenli tabletler, saflaştırılarak elde edildiklerinden ve de katkı maddeleri de içerdiklerinden, yardımcı ve fonksiyonel yardımcı etkin maddeleri içermemektedirler. Çünkü, tablet haline getirlirken çok sayıda yardımcı ve fonksiyonel madde uzaklaştırılmaktadır. Bir bitkiyi doğal olarak kullanmakla onun tabletini kullanmak arasında mukayese dahi edilemeyecek kadar büyük farklar vardır. Memleketimiz hemen hemen her ürünün doğal olarak yetiştiği mükemmel bir ülkedir. Hedef, hep doğal ürünü kullanmak olmalıdır. Böyle zengin bir ülkede yaşıyor olmak gurur verici ve bundan dolayı da Allah’a şükrediyorum.
 
Bu noktada önemle belirtmek istediğim bir sonuç daha ortaya çıkmaktadır. Bitkilerin ana etkin maddelerini (lycopen, quercetin, beta-karoten, agglutinin gibi) saf halde örneğin, tablet olarak tüketmeyi tercih etmeyiniz. Daha ziyade o bitkiyi bir bütün olarak düşününüz. Ana etkin maddelerinin etkilerini gösterebilmesi için de mutlaka yardımcı maddelerini de vücudumuza almak zorundayız. Bunun yoluda o bitkinin doğru hazırlanacak ve doğru tüketilecek kürü ile mümkündür. Bu size iki önemli avantaj sağlayacaktır. Birincisi, başarılı bir kür uygulamış olacaksınız, ikincisi ise, paranız cebinizde kalacaktır. Doğru bitkiyi aktarlardan birkaç YTL’ ye satın alabilirsiniz.    
 
Dikkat!: Menopoz dönemindeki bayanlar
Menopoz dönemine girmekte veya girmiş olan bayanların ısırgan tüketiminden ve ısırgan küründen uzak durmaları gerekir. Isırgan, östrojen hormonunun üretimini  baskılama (inhibe etme) gücüne sahiptir. Başka bir ifade tarzıyla, ısırganın östrojen hormon üretimini yavaşlatma gücü vardır. Menopoz dönemine girmekte olan veya girmiş olan bayanlarda östrojen hormon üretimi zaten yavaşlamaktadır. Bu durumda birde ısırgan tüketimi veya kürü uygulandığı taktirde, östrojen üretimi daha da fazla inhibe edileceğinden, yani, daha da az üretileceğinden, menopoz dönemindeki bayanların şikâyetlerini artırıcı etkisi olacak demektir.
 
Kısaca, ısırgan tüketimi veya ısırgan kürünün uygulanması menopoz dönemindeki bayanlar için kontra endikedir (ters etkili, zıt etkili) . Östrojen dengesi ile kalsiyum dengesi adeta iki kardeş gibidir. Menepoz döneminde üretimi azalmaya başlayan östrojen hormonu, kemiklerden kalsiyumun atılmasına neden olur.
 
Erkeklerde iyi huylu prostat büyümesi ve ısırgan kürü
Bayanlarda nasıl menopoz dönemi varsa erkeklerde de androgen dönem vardır. Erkeklerin androgen dönemi gerek psikolojik olarak gerekse de genel sağlıkları açısından, kadınların menopoz dönemlerine göre oldukça rahat geçmektedir. Yaklaşık kırk yaşından sonra erkeklerin %40’ ında iyi huylu prostat büyümesi gelişmektedir. Altmış yaşına gelmiş erkeklerin yaklaşık %60’ ında iyi huylu prostat büyümesi gözlenmektedir.  Kadınlarda görülen menopozun temel nedeni östrojen hormonudur. Erkeklerde görülen androgen dönemin temel sebebi de yine hormonal olup testosteron hormonudur. Erkekler kadınların aksine androgen dönemlerinde ve iyi huylu prostat büyümesine karşı (benigne prostate hyperplazy), ısırgan kürünü hem bir önleyici hem de yardımcı tedavi olarak uygulayabilirler. Çünkü, erkeklerin ileri yaşlarında ortaya çıkan testosteron hormonunun dihydrotestosterona dönüşümünü baskılamaktadır (inhibe etmektedir). Erkeklerin yaşı ilerledikçe, testosteronun dihydrotestosteron’a dönüşümü artmaktadır. Bu artış, prostat hücrelerinde büyümeye neden olmaktadır. Isırgan kürü, iyi huylu prostat büyümesini (bph), dihydrotestosteron üretimini frenleyebilmektedir (inhibe ederek). Bu sayede ısırgan kürü bph hastaları için iyi bir destekleyici ve iyi bir önleyicidir.  
 
Tablo: Isırganda bulunan bazı etkin maddelerin özellikleri
hypotensive
tansiyon düşürücü
immunostimulant
bağışıklık sistemini güclendirici
spermigenic
sperm artırıcı
vulnerary
yara iyileştirici
antiobesity
şişmanlamaya karşı
laxative
müshil
antimigrene
migrene karşı
antibacterial
bakterilere karşı
antiseptic
antiseptik
analgesic
ağrı kesici
cancer preventive
kanser önleyici
antitumor
tümöre karşı
hypoglycemic
şeker düşürücü
antiacne
sivilcelere karşı
antiasthmatic
astıma karşı
antifatigue
yorgunluğa karşı
antihepatotoxic
karaciğer arındırıcı
antihypercholesterolemic
kolestrol düşürücü
anticancer
kansere karşı
hypoglycemic
kan şekerini düşürücü
antioxsidant
antioksidan
antiprostatic
prostat rahatsızlıklarına karşı
hepatoprotective
karaciğeri koruyucu
antieczemic
egzamaya karşı
antianemic
kansızlığa karşı
vasodilator
damar genişletici
antidepressant
depresyona karşı
diuretic
idrar söktürücü
antiviral
virüslere karşı
antiinflammatory
enfeksiyonlara karşı
antiaging
yaşlanmaya karşı
 
Yukarıdaki tabloda belirtilmiş olan özellikler aynı anda çok az bitkide bulunur. Her insanın yılda bir veya iki defa yapacağı ısırganotu kürü. vücudunu ve bazı organlarını arındırmış  ve aynı zamanda da bir çok rahatsızlığa karşı da kendisini korumuş olur. Yılda bir veya iki defa yapılacak onbeş günlük kürlerin nasıl uygulanacağı aşağıda belirtilmiştir. Isırgan, Allah’ın insanlara sunduğu sonsuz nimetlerinden biridir.
 
Isırganın, pankreas bezini uyarıcı etkisi olduğu genel olarak bilinen bir özelliğidir. Bu özelliğinden dolayı kan şekerini düşürücü ve dengeleyici etkisi de vardır. Pankreası uyarması demek, insulin hormonunun daha çok salgılanması anlamına gelir. Insulin hormonu, pankreas tarafından yeterli düzeyde salgılana biliyor ise, kan şekeri de yeterli düzeyde (normal sınırları içerisinde) kontrol altında tutulabiliyor demektir. Bazı şeker hastaları, ısırganın kan şekerlerini düşürmekte veya dengelemekte hiçbir etkisinin olmadığını söylemişlerdir. Böylesi bir durum beni, ısırganı tekrar tekrar başa dönerek araştırmaya yöneltmiştir. Bu ayrıcalığın nedenini bulmam gerekiyordu. Neden bazı şeker hastalarında etkili ol muyordu? Bu ayrıcalık niye? Her zaman söylerim, hastalık yoktur hasta vardır. Hiçbir insanın metabolizması, bir başka insanın metabolizması ile aynı değildir. Detaya inildiği zaman her insanın metabolizması farklılıklar gösterir. Yani, farklı çalışır. Bu nedenle ısırganın her şeker hastasında aynı oranda kan şekerini düşüremeyeceği sonucu da doğaldır. Kısaca, her şeker hastası için ısırgan etkili olmayabilir. Bu durum modern tıbbın tedavi yöntemlerinde de aynıdır.
 
Bir hastaya uygulanan tedavi bir başka hastada hiç cevap vermeyebilir. Tıpkı, interferon tedavisinin her hepatit hastasında  etkili olmadığı gibi. Günümüzde interferon tedavisinin başarı oranı ancak %25 civarındadır. Öyle ise, ısırgan da her şeker hastasında etkili olmayabilir. Yani, bazı şeker hastalarında etkili olabilir bazılarında ise etkili olmayabilir. Tam bu noktada ısırganın bazı şeker hastalarında, metabolizma farklılıklarından dolayı etkili olamayacağı kararını vererek, araştırma-larımı sonlandıracaktım ki, ısırganın çevre şartlarına ne denli bağlı olduğunu son bir defa değerlendirdikten sonra karar vermem  gerektiği sonucuna vardım. Çünkü, ısırganın tedavideki gizemliliği (sırları) toprağına, iklim şartlarına ve doğrudan aldığı güneş ışığı miktarına sıkı sıkya bağlıydı.
 
Isırgandan fayda görmemiş şeker hastaları ile görüşmemin hiçbir anlamı yoktu. Çünkü, bu hastalar ısırganı aktarlardan satın alıyorlardı. Aktarlar da toplayıcılardan alıyorlar. Aktar, satın aldığı ısırganın hangi yöreden ve hangi mevsimde toplandığını nereden bilebilir ki? Isırganın kaynağını araştırarak harekete geçmek yolu kapanmıştı. Bu şartlar altında tek bir yol kalıyordu, ısırganı tekrar kendim araştırmam ve incelemem gerekiyordu. Önce, mevsime bağlı ısırganı araştırmakla işe başladım. Hayatımda hiç bu kadar şanslı olduğum olmamıştım. Daha ilk kararımda, beni doğru sonuca ulaştıracak soruyu sorabilmiştim.
 
Her zaman bu kadar şanslı olmayabiliyorum. Sonbahardan kışa geçiş dönemindeki ayda toplanan ısırgan etkin maddeler bakımından çok ayrıcalıklı idi. Şeker hastaları için bu aylarda toplanan ısırgan en doğru olanıydı. Bu çalışmamda neden bazı şeker hastalarının ısırgandan faydalanamadıklarını ortaya koyabilmiştim.  Şimdi, bunun bilimsel nedenlerini aşağıda “şeker hastaları ve ısırgan” başlığıyla açıklamak istiyorum.
 
Değerli okuyucu, ısırgan öylesine bir nimettir ki, onu amaca uygun olarak yetiştirmek bizim elimizdedir. Isırganın, çevre koşullarına aşırı derecede bağlı olarak etkin madde spektrumunu değiştirmesi, bir dez avantaj değil aksine çok büyük ve önemli bir avantajdır. Çünkü, çevre koşullarını kontrol ederek ve dilediğimiz şekilde ona hükmederek etkin madde spektrumunun denetlenmesi imkanını bizlere sunuyor. Isırgan üzerine çalışan ve çalışacak olan genç araştırma-cılara yollarının açık olmasını diliyorum. 
 
Şeker hastaları ve ısırgan
Sonbahar mevsiminin sonlarına ve kış aylarının ilk dönemlerine doğru yetişen ısırganın ayrıcalığı vardır. Özellikle bu bir aylık dönemde toplanan ısırganın (Urtica dioica) rhizome’larında, yapraklarında ve yaprak saplarında isolectin adı verilen kompleks bir karışım (grup) oluşmaktadır. Heterojen yapılı bu grup, glycoprotein özelliği taşımaktadır ve kimyasal yapıları birbirlerinden tamamen farklıdır. Kimyasal yapılarındaki bu farklılıklar aminoasit dizilişlerinden kaynaklanmaktadır. Kimyasal yapıları çok farklı olmasına rağmen, hepsinin biyokimyasal olarak etkisi aynıdır. Bu ortak tarafları da farklı şeker moleküllerini tanımaları ve tanıdıkları bu şeker moleküllerini de kendilerine bağlamalarıdır. Şeker hastalarının kanında yükselmesi istenmeyen şekerin adı glukoz’dur (kan şekeri). İşte, söz konusu aylarda toplanan ısırganın kürü doğru uygulandığında kan şekerini bağlayarak, kandaki şekerin düşürülmesinde etkin rol oynayabilmektedir. Değerli okuyucu, bu çalışmamda ısırganın kan şekerinin düşürülmesinde iki farklı etkisinin olduğunu gördüm. Bunlar sırasıyla,
 
1. Isırgan, pankreası uyararak daha fazla insulin hormonu salgılatıyor
2. Isırgan, kandaki şekeri (glukoz) kendisine bağlıyor.
                       
 Kısaca, ısırganın aynı anda iki farklı etkisi olmaktadır. Bir taraftan pankreası uyararak kan şekerinin kontrolünü destekliyor. Diğer taraftanda kanda bulunan glukozu kendisine bağlayarak, glukozun düşüşünü sağlıyor. Bazı şeker hasta-larının pankreası az çalışmaktadır. Yeterli oranda insulin hormonu salgılaya-mamaktadır. Bu tip şeker hastalarının pankreasını uyararak kan şekerlerinin düşmesine yardımcı olmaktadır.
 
Dikkat: Hypoglysemi hastalarının (kan şekeri düşük olanlar veya ani kan şekeri düşüşü yaşayanlar) hekimlerine danışmadan kesinlikle ısırgan kürünü uygula-mamalarını, ısırgan çorbası veya salatasını tüketmemelerini öneririm.
 
Radyoterapi veya kemoterapi almış hastalar dikkat:
Radyoterapi (RT) ve/veya kemoterapi (KT) alan hastalarda panzitopeni çok sık görülen bir tablodur. Panzitopeni, kandaki alyuvarların (eritrozit) azalması, akyuvarların (lökosit) azalması ve kansızlığın (anemi) gelişmesidir. Panzitopeniye düşen hastanın bağışıklık sistemi zayıflamış demektir. RT ve KT alan hastaların çoğunda trombozit (platelet) seviyesi de düşmektedir. Isırgan bu hastalarda trombozit seviyesinin daha da düşmesine neden olduğundan, kullanılmaması gerekir. Unutmayınız, trombozit seviyesinin düşüklüğü, iç kanama veya dış kanama riskiyle doğru orantılıdır. Peki, hiç mi ısırgan kullanılmamalıdır? Kan tahliline bakılarak hareket edilmesi gerekir. Eğer, trombozit (PLT) seviyesi normal değerinin altında seyrediyor ise, kullanılmamalıdır.
 
Isırganın, daladığını (deride kaşıntıya ve yanma duygusuna sebep olduğunu) hemen herkes bilir.  Isırgan bitkisinin üzerindeki tüylerde alerjiye ve yanmaya neden olan bileşikler (kimyasallar) formik asit, histamin, seretonin, acethylcolin, 5- hydroxy tryptamine ve diğer bazı iritant’lardır (tahriş ediciler). Dalama özelliği pişirildikten veya kurutulduktan sonra kaybolur. Isırgan otunun genç (taze) olanları hem besleyici hem de yemeği yapıldığında daha lezzetlidir.
 
Kuyruk sokumunda kıl dönmesi (kist dermoid sakral)
Kuyruk sokumunda zaman zaman beliren çıbanlara, halk arasında kıl dönmesi denmektedir. Tıp dilinde kist dermoid sakral olarak adlandırılır. Kuyruk sokumunda bulunan kıl kökleri oturma veya giydiğiniz kıyafetin sürtmesi gibi etkenler ile içe doğru döner ve kıl deri altına doğru büyümeye başlar. Deri altında zamanla oluşan kıl yumağı bu bölgede kistik bir yapı oluşturur. İşte bu bölgenin iltihaplanması cerahatli bir çıbanın ortaya çıkmasına neden olur. Kendiliğinden ya da yardımla patladığı zaman içindeki cerahat boşalır, ancak kistik yapı ve kıl yumağı içeride kaldığı için olay tekrar tekrar ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda ısırgan lapası mükemmel bir yardımcıdır. (Bakınız: Kür 3) Kıl dönmesine karşı şikayeti olan Çankırı’lı bir hasta, kitabımdaki ısırgan kürünü uyguladıktan sonra bakınız ne anlatıyor, “ hocam, yıllardır kuyruk sokumumdaki kıl dönmesine bağlı iltihaplan-madan ve ağrıdan çektiğimi bir Allah, bir de ben bilirim. Ne zamanki, kitabınızı okudum ve oradaki ısırgan lapasını uyguladım ve şifa buldum. Her uygulayışımda topak topak siyah kıl yumakları çıktı. O kadar çok çıktı ki, hayret ettim. Size minnettarım, yıllardır çektiğim bu dertten kurtuldum.”
 
Değerli okuyucu, ısırgan lapası kürünü kullanıp başarılı sonuç almış o kadar çok insan var ki, küçük bir kıl dönmesi, insanın tüm yaşam kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Ne rahat oturabilirler, ne de sızıları diner. Bazen öylesine rahatsız edicidir ki, insanı çalışamaz hale getirebilir. Şüphesiz ki, bir çözümü de ameliyattır. Hekiminize bu konuda danışınız. Bazen ameliyat da çözüm olamamaktadır, çünkü, tekrar nüks etme ihtimali de vardır.
 
Isırgan aynı zamanda zirai ilaç olarak da kullanılabilir. Taze ısırganın yapraklarını ve saplarını 24 saat suyun içerisinde bekletirseniz, içerdiği formik asit suya geçer. Bu suyu maytlara (mite) ve yaprak bitlerine (aphids) karşı başarı ile kullanabilirsiniz. Formik asit, zirai ilaç sektöründe organik pestizid olarak bilinmekte ve kullanılmaktadır.
 
Romatizma ağrılarının olduğu bölgeye uygulayacağınız ısırgan lâpası ağrı kesici ve tedavi edici özelliğe sahiptir. Onun bu gücünden istifade edebilmek için haftada iki-üç defa uygulanması gerekir. Kürün uygulama şekli Kür 4 de verilmiştir. Bu kürü uygularken taze ısırganı kullanmak daha etkilidir. Eğer, kurutulmuş ısırgan kullanılacaksa, aktarlardan satın alırken en azından o yılın ürünü olmasına dikkat ediniz. Kurutulmuş ısırganın, kök kısımlarını içermediğine ve çiçek açmış olmamasına dikkat ediniz. Eğer satın alacağınız ısırgan aynı zamanda çiçeklerini de içeriyor ise, o ısırganı satın almayınız. Çünkü, ısırganın bu uygulamada çiçek açmadan önce toplanmış olması gerekir. Romatizmaya ve arthiritis’e karşı ısırganın tedavi edici gücü olduğu çok sayıda yapılan klinik deneyler ile kanıtlanmıştır. Ancak, onun hazırlama ve uygulama şekline uyulması başarı oranını artırmaktadır. Özellikle de yetiştiği çevre şartları ve toprağının kimyasal yapısı da dikkate alınmalıdır.
 
Isırganın toplama zamanı da çok önemlidir.

Kediotu
Kediotu

Valeriana Officinalis
 
Amerika ve Avrupada birçok araştırma merkezi son 7 – 8 yıldır kediotunun etkin maddeleri üzerine yoğun bir şekilde araştırma yapmaktadır. Halâ daha tanımlanmamış, belirlenememiş yüzün üzerinde etkin maddesi var. Kediotu iyi test edilmiş mükemmel bir uyku ilacıdır. Herhangi bir yan tesiri olmayan bir bitki. Uyku ilacı kullananlar ertesi gün kalktıklarında sersemlik ve halsizlik hissederler. Ertesi sabah kalktığınızda uyku haplarının verdiği sersemliği ve yorgunluğu yaşamadan huzurlu ve rahat bir uyku çekmek ister miydiniz? İşte bu noktada yardımcınız, doğal olarak hafif bir bitkisel yatıştırıcı olan kediotudur. Tüm bunların dışında, iç sıkıntısı, endişe, korku yada kuruntunun yarattığı psişik gerilim içeren huzursuzluk hallerinde kediotu adeta mucizevi etkiye sahiptir. Milyonlarca insan zaman zaman uykusuzluk çekmekte, uykuyu alamama şikâyetleri yaşamakta veya uykuya dalmakta zorlanmaktadırlar. Bu tür şikâyetlere karşı kullanılan ilaçların alışkanlık yaptığı, ilacı bırakamama gibi korkutucu yan etkileri vardır. Kediotu’nun alışkanlık yapma gibi bir özelliği bulunmamaktadır. Kediotu bitkisi, bağımlılık yapmadan, kişiyi güvenli bir şekilde sakinleştiriyor. Kediotunun belirttiğim tüm bu özellikleri enaz ikibin yıldan beri bilinmektedir.
 
Yukarıda belirtilen özellikler için bu bitkinin kökleri kullanılmaktadır. Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde uyku getiren ve angsiyeteyi ortadan kaldıran, haif bir uyutucu olarak onaylanmıştır ve yaygın olarak kullanılmaktadır. İsviçre, İtalya, İngiltere ve Belçikada uykusuzluğa karşı reçetesiz bir ilaç olarak satılmaktadır. Sadece Fransada bir yılda on milyon kediotu ekstresi satılmaktadır.
 
Üzerinde bu kadar çok araştırma halen devam etmesine ve de yüzlerce bilimsel makale yayınlanmasına rağmen, kediotunun hangi etkin kimyasal maddelerinin, merkezi sinir sistemini yatıştırdığı halâ daha bir tartışma konusudur. Bugün için kediotunda 150 nin üzerinde bilinen etkin madde vardır. Bunların ancak, birkaç tanesi hakkında bilimsel veriler bulunmaktadır.
 
Kedi otunu ne zaman kullanabilirsiniz: Uçağa binme korkunuz var ise, binmeden önce. Stres anlarında sakinleşmek için, kaslarınızın gevşemesi için, daha iyi uyumanız veya uykudan dinlenerek kalkabilmek için. Toplum önünde konuşurken heyecanlanıyor iseniz, bu taktirdede kediotunu kullanabilirsiniz. Sakinleştirici ilaçları bırakırken, yaşanan sıkıntıları oldukça iyi bir şekilde hafifletebilmektedir.
 
Hafif angsiyete veya uyku sorunlarınız olduğunda kendi başınıza kediotu köklerinin ekstresini almanızda bir sakınca yoktur. Eğeri ciddi boyutlarda angsiyete veya uykusuzluk sorunlarınız var ise ya da psikiyatrik sorunlarınız olduğu yönde bir tanı konulmuş ise kediotu ile kendi kendinizi tedavi etmeden önce doktorunuza danışınız.
 
 
Not: Buradaki bilgilerin herhangi rahatsızlığı teşhis amacı yoktur. Eğer bir rahatsızlığınız var ise bir hekime danışınız.

Karanfil
Karanfil

Değerli okuyucu, karanfil Osmanlı Mutfağının vazgeçilmez bir baharatıdır. Kuvvet macunlarında, aşurede onun kullanımından vazgeçilemez. O, karanfil ağacının tomurcuklu çiçekleridir. Çiçekçilerin satışa sundukları ve halk arasında bilinen karanfil çiçeği ile hiçbir alakası yoktur. Anavatanı, Endenozya ve İspanya olarak bilinir. Hindistan ve Sri Lanka’da bol miktarda yetiştirilir ve mutfaklarının da vazgeçilmez baharatıdır. Avrupalılar, onu turşu ve tatlılarında çeşni vermesi amacı ile kullanırlar.
 
Karanfil, karanfil ağacının çiçeklerinin tomurcuklarından elde edilir. Ağaçlarının boyları yirmi metreye kadar ulaşabilir ve dört mevsim yeşildir (evergreen). Karanfil ağacının tomurcuklarından elde edilen bu baharat, odunumsu ve koyu kahve-siyah renklidir. Yaklaşık iki-üç santimetre boya eriştiklerinde hasat edilirler. Anadolu’da, eczanelerin olmadığı bölgelerde halen çürük diş ağrılarında ağrı kesici olarak kullanılmaktadır. Çürük dişin oyuğuna, ezilmiş kuru karanfilin bir parçası yerleştirilir veya da yağından bir damla damlatılır. Ağrı kesici gücünü içerdiği gallik asitten alır. Genel bir kural olmasa da içkili lokantalarda hesabı istediğinizde masanıza bir çanakta karanfil sunulur. Ağızdaki içki kokusunu almak içindir.
 
İshale karşı
Onu ilk araştırmaya başladığım yıllar doksanlı yılların başları idi. Kuru karanfilde beni ilk şaşırtan, içeriğinde alpha-kadinol, alpha-kubeben ve maslinik asit etkin maddelerinin aynı anda bulunması idi. Bu üç ana etkin maddeyi başka hiçbir bitkinin çiçeğinde aynı anda bulamazsınız. Bu özellik karanfile özgüdür. Onun bu ayrıcalığı, ishale karşı, bu üçlünün birarada bulunmasında saklıdır. Kuru karanfil, ani gelişen ishale karşı muhteşem bir karşı etki gösterir. Deyim yerinde ise, kuru karanfil ishale karşı muhteşem etkilidir ve bıçak keser gibi ishali keser. Eğer, ishal oldu iseniz, hiç çekinmeden karanfil kürünü birkaç gün uygulayabilirsiniz. İshale bağlı karın sancılarını, bağırsak hareketliliğini kısa zamanda (uyguladıktan birkaç saat sonra) nasıl ortadan kaldırdığını hayretle gözleyebilirsiniz.
 
İleri yaş grubunda olupta günler süren ishal şikâyetleri sonunda elektrolit dengesi (tuz ve mineral dengesi) ve vücutlarının su dengesi bozulmuş onlarca yaşlı insan tanıdım. Kullandıkları ilaçlar fayda etmemiş. Uyguladıkları sıkı diyete rağmen ishalleri devam eden. Yorgun ve bitkinler. Onlara destekleyici olarak karanfil kürünü önerirdim…Daha ertesi gün arayarak karın ağrılarının, bağırsak hareketlerinin azaldığından ve su gibi olan dışkının şekillenmeye başladığını çok daha seyrek tuvalete çıktıklarını anlatıyorlardı. Yaşlı bir insana yardımcı olabilmenin bana verdiği ayrı bir mutluluk vardır. Değerli okuyucu, ishale karşı yukarıda belirtmiş olduğum üçlü ana etken madde ne kadar fonksiyonel ise, karanfilin içerdiği vanillin, metil-eugenol ve diğer yardımcı fonksiyonel etkin maddeleri de göz ardı etmemek gerekir. Daha doğrusu, yüzlerce farklı etkin madde içeren bir bitkiyi bir bütün olarak düşünmek ve değerlendirmek gerekir.
 
Zihin ve beden yorgunluğuna karşı
Karanfilin alternatifi yoktur. Onun sahip olduğu bazı özellikleri ve kimyası başka hiçbir bitkiyle veya baharatla mukayese edilemez. Kendinizi yorgun mu hissediyorsunuz? Zihin yorgunluğunuz da mı mevcut? Başınızda veya üzerinizde bir ağırlık mı hissediyorsunuz? Veya gergin misiniz? Bir bardak su kaynatın ve hemen sıcakken üzerine dokuz-on adet karanfil tanelerinden ilave ediniz. Beş-altı dakika bekledikten sonra karanfilleri içerisinden çıkarmadan yudum yudum içiniz. En geç on dakika sonra yorgunluğunuzun gittiğini, vücut direncinizin arttığını gözlemleyebilirsiniz. Çok daha önemlisi, günün yorgunluğuna bağlı zihin yorgunluğunuzun ortadan kalktığını daha dinamik düşünsel güce sahip olduğunuzu hayretle hissedebileceksiniz. Var ise, üzerinizdeki gerginliğin de yavaş yavaş ortadan kalktığını göreceksiniz. Karanfilin bu konudaki etkilerini daha da artırmak istiyorsanız, kendinize bir çay demleyip içerisine 10-12 adet karanfil atınız, birkaç dakika bekledikten sonra çayınızı yudumlayarak keyfini çıkartınız. İçtikten 5-10 dakika sonra zihin yorgunluğunuzun kayıp olduğunu ve zindeleştiğinizi hayretle gözlemleyebilirsiniz. Bu amaçla uygulayacağınız karanfilli çayı haftada 3-4 defadan fazla uygulamayınız ve alışkanlık haline getirmeyiniz.
 
Kanser hastaları
Kemoterapi veya radyoterapiye bağlı gelişen ishaliniz var ise, birkaç günlük karanfil kürü mükemmel bir yardımcıdır.
 
Dikkat: Karanfil kürü uygulanırken
İshal şikayetlerinde karanfil, çay olarak içilmemelidir. Birkaç yudum oda sıcaklığındaki su ile alınmalıdır. Trombozit (platelet) düşüklüğü sorunu yaşayan hastaların karanfil kürünü uygulamamaları gerekir. Özellikle bazı ilaçlar, yan tesir olarak trombozit düşüklüğüne neden olabilmektedir. Bu türden ilaçları kullanan hastaların karanfilden uzak durmaları gerekir. Kullanacağınız karanfillerin raf ömrünün bir yıldan daha fazla olmamasına özen gösteriniz. Bir yıldan fazla beklemiş karanfilleri kullanmayınız. Kuru karanfili iki parmağınızın arasında ezmeye çalışınız, eğer kolayca kırılıp ufalanıyor ise, kullanmayınız. Raf ömrünü çoktan doldurmuş demektir.
 
 
   
Domates
Domates

Değerli okuyucu, toplumda yerleşmiş olan yanlış bilgiyi düzeltmek oldukça zordur. Kime sorsanız, “gözlere hangi sebze iyi gelir” diye, alacağınız cevap, havuçtur. Halbuki, bu yanlıştır. Domatesin gözlerimiz üzerindeki olumlu etkileri havuçtan çok daha güçlüdür. Domates bir yaz sebzesi olup, yaz mevsiminde tüketilmelidir. Genel bir kural olmamakla beraber her sebze ve meyve mevsiminde tüketilmelidir.
İnsan vücudu (metabolizması) mevsimlere bağlı olarak farklı çalışır. Kaldıki, tüm canlıların metabolizmaları gece ve gündüze bağlı olarak dahi farklı çalışır.
 
Domatesin en güçlü olduğu özellikleri,
  • Antioksidan
  • Kalp büyümesine karşı önleyici
  • Kalbin dıştan yağlanmasına karşı hem koruyucu hem de yok edici
  • Makula dejenerasyonuna karşı önleyici ve koruyucu olması
  • Makula dejenerasyonu başlangıç aşamasında ise, tedavi edici
  • İyi huylu prostat büyümesine bağlı idrar yapma zorluğuna karşı
  • Yüksek göz tansiyonun düşürülmesinde olumlu etkisi vardır
  • Kolestrolün düşürülmesinde ve dengelenmesinde yardımcı
 
Domatesin bu saydığım özelliklerinden istifade edebilmek için, doğal tohumundan yetiştirilmiş olma şartı vardır. Eğer, satın aldığınız domates ebter (kısır) tohumdan elde edilmiş ise, yukarıda belirtmiş olduğum özelliklerinden istifade edemiyorsunuz demektir. Bazen size sunulan domatesin “arılı domates” olduğunu da söyleyebilirler. Ve hatta organik domates diye de savunabilirler. Adı, ister “arılı” isterse de “organik” olsun; Tohumu ebter (kısır) tohum ise, değişen bir şey olmayacaktır. Yukarıda belirtmiş olduğum özelliklerinden faydalanamıyorsunuz demektir. Hangi sebze veya tahıl olursa olsun, tohumu ebter (kısır) ise, onun hastalıklara karşı önleyici ve koruyucu gücünden yeterli düzeyde istifade edemeyeceksiniz demektir.  Tüketeceğiniz sebze ve tahılın veya da bakliyatın ebter tohumlu olmaması gerekir.
 
Tıpta, henüz kalp büyümesine karşı etkili bir ilaç tedavisi geliştirilememiştir. Özellikle, ağır yük taşıma işinde çalışanların veya ağır spor yapanların (örneğin, halter kaldırma gibi) veya da yüksek tansiyon hastalarının, haftada iki-üç defa, yemeklerden yarım saat önce, bir çay bardağı taze sıkılmış domates suyu içmeleri, onları kalp büyümesine karşı dirençli kılacaktır. Kullanılacak domatesin mutlaka hormonsuz ve doğal tohumdan üretilmiş olması şartı vardır. Antremanlarına başlayacak olan sporcuların, aynı gün sabah kahvaltısında bir bardak domates suyu içmeleri halinde, domatesin kalp büyümesini önleyici ve durdurucu etkisinden mükemmel bir şekilde faydalanabilirler .
 
Kalp büyümesindeki bir sorun da, büyüme sırasında kalbin kas kütlesinin artmasına karşın, kalbin kendini besleyen damar yapısının aynı kalmasıdır. Böylelikle her bir kas kütlesine düşen damar miktarı göreceli olarak azalmış olacaktır. Bu da kalp kasının beslenmesini bozacak ve yeterli beslenemeyen kalp kası hasara uğrayacaktır. İşte, böyle bir hasara karşı haftada üç-dört kez içilecek bir çay bardağı taze sıkılımış domates suyu mükemmel bir önleyicidir.
 
Domates veya brokoli kürleri iyi huylu prostat büyümesinin neden olduğu idrar yapma zorluğuna karşı mükemmel birer çözüm getirmektedirler. Domates, bazı insanlar için allerjendir. Eğer, domatese karşı allerjiniz var ise, bu taktirde brokoli kürünü önermekteyim.
 
Egzama ve Sedef hastaları dikkat!
Egzama şikayeti olanların domates tükemine karşı ölçülü olmalarını öneririm. Özellikle çiğ domates tüketiminde ölçülü olmaları gerekir. Domates, içerdiği bazı etkin maddeler bakımından egzamayı azdıran bir sebzedir.
   
Ginko Biloba
Ginko Biloba

Şifa özellikleri
Ginkgo yapraklarının özü
flavonoid glükozidleri içermektedir ve ginkgolidler (Ginkgo özü bazlı ürünler) eczacılıkta giderek daha yaygın şekilde kullanılmaktadır. Mevcut bilimsel araştırmalar Alzaimer(Hafıza Kaybı, Unutkanlık) rahatsızlıklarında, hafıza güçlendirmede, başdönmesini önlemede ve zihinsel konstantrasyon arttırmada gingko özünün mutlak yararları bulunduğuna işaret etmekte.Fareler üzerinde yapılan yeni bir araştırma Cep telefonlarının beyine yaymış olduğu dalgalara karşı Ginkgo Biloba'nın faydası olduğu deneyler sonucu ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Hiroşima ve Nagasaki'de bile ayakta kalmıştır.İleri yaşlardaki insanların kullanması tavsiye edilir. Yan etkileri:Ginkgonun kan dolaşımı bozukları veya aspirin gibi pıhtılaşmayı yavaşlatıcı özellikleri olan ilaçları yüksek dozlarda alan kimselerde bazı istenmeyen etkileri görülebilmektedir. Ayrıca monoamine oxidaz engelleyici (MAOI) antidepresan lar alan kişilerce veya hamile kadınlarca kullanılması salık verilmemektedir. Yan etkiler kanama artışı, gastroentestinal rahatsızlıklar, mide bulantısı, ishal, başağrısı ve huzursuzluk şeklinde kendini gösterebilmektedir. Bu tür yan etkilerin görülmesi halinde, ginkgo kullanan kişi aldığı dozları (günde 40 ila 240 mg.) hemen azaltmalıdır. Yan etkilerin sürmesi halinde ginkgo kullanımı durdurulmalıdır.

   
Havuç
Havuç
Latince : Daucus carota L.
İngilizce : Carrot
Almanca : Karotte
Özellikleri :  Mide ve yemek borusunda yanma ● unutkanlığa ve erken bunamaya karşı Alzheimer’e karşı önleyici, durdurucu ve tedavi edici Algılamayı güçlendirmek deri ve akciğer kanserini önleyici kalp krizini önleyici hareketli sperm sayısını artırıcı sperm oluşum yollarını ve sperm kanallarını açıyor iktidarsızlığa hem çözüm getiriyor ● iktidarsızlığı önleyici migrene karşı kronik baş ağrısına karşı.


Tavşanları hepimiz tanırız. Hareketli ve çok sevimli hayvanlardır. Tavşanlar çok hızlı çoğalan hayvanlardır. Bu hayvanların çok hızlı çoğalmalarının arkasındaki etken kendisiyle özdeşleşen bitkidir ve bu da havuçtur. Havuç, seks hormonlarını aktive eden bir sebzedir. Onun kürünü aşağıda belirttiğim şekilde uygularsanız, cinsel gücünüzdeki artışı kısa zamanda fark edersiniz. İşte, havucun tavşanla özdeşleşmesinin arkasında yatan en önemli sebep budur. Tavşanın havucu severek tükettiğini hemen herkes bilir. Ancak, havucun cinsel arzuyu tetikleyen özelliğinin olabileceğini düşünmek kimsenin aklına gelmezdi. Son birkaç yıldan bu yana yapılan araştırmalar havucun hem düşünme gücünü artırdığını hem de iktidarsızlığa karşı mükemmel bir önleyici güç olduğunu ortaya koymaya başlamıştır. Havuç, cinsel dürtüyü de artırma özelliğine sahiptir. Kısaca şunu söyleyebilirim, tavşanların hızlı üremelerinde etken olan lokomotif güç, havuçtur!

Havucun içerdiği falcarinol etkin maddesinin iki önemli etkisi vardır. Birincisi, tümör oluşumuna engel olabilmesidir. Tıp dili ile söylemek gerekirse, falcarinol maddesi anti-neoplastik özelliği olan etkin bir maddedir. Bu bakımdan havuç kansere karşı önleyicidir. İkincisi ise, bu etkin maddenin tümörün büyümesini yavaşlatabilme gücünün olmasıdır. Diğer bir ifade tarzıyla antitümör etki göstermektedir. Değerli okuyucu, havucun bu özelliğinden istifade edebilmeniz için onun kürünü yapmak gerekir. Yemeklerinizde veya salatanızda tercihli olarak kullanacağınız havuç bir beslenme şeklidir. Eğer, onun tedavi veya önleyici gücünden faydalanmak istiyorsanız, mutlaka kürünü uygulamanız gerekir. Aşağıda, havuç kürlerinin hangi durumlarda ve nasıl uygulanması gerektiğini açıklamış bulunuyorum. Hangi kürün en uygun olduğuna okuyucunun kendisi karar verebilir. Havuç, özellikle deri ve akciğer kanserine karşı mükemmel bir önleyicidir. Prostat, pankreas veya meme kanserine karşı bu önleyici gücü yoktur. Bir bitkinin kansere karşı önleyici gücünden bahsediliyor ise, mutlaka hangi kanser türüne karşı etkili olduğu sorulmalı ve öğrenilmelidir. Aksi, taktirde falanca bitki kanseri önlüyormuş veya tedavi ediyormuş demek kesinlikle yanlıştır. Örneğin, rahim ağzı kanserini (cervix cancer) önleyebilen en güçlü bitki enginardır.

Havucun neye yaradığını kime sorsanız sorun, hemen gözlere iyi geldiği cevabını alırsınız. Benim yapmış olduğum araştırmalara göre, gözlerimiz için havuçtan çok daha faydalı olan sebze domatestir. Şüphesizki, havuçta gözler için faydalı bir kaç tane önemli etkin madde bulunmaktadır. Örneğin, beta-cryptoxanthin, A-vitaminini aktive etmekte etkilidir. Ancak, taze sıkılmış domates suyu (TSDS) ile taze sıkılmış havuç suyu mukayese (TSHS) edildiği zaman, TSDS gözler için çok daha etkili ve faydalıdır.

Havuç, bol miktarda A vitamini içerdiğinden dolayı gözler için faydalıdır. Ancak, burada bilmemiz gereken nokta A vitamininin yağda çözünen bir vitamin olmasıdır. Havuç suyunu doğrudan içtiğimiz taktirde içerdiği A vitamininden tam anlamıyla istifade edemeyiz. İçerdiği A vitaminini büyük bir oranda vücudumuza kazandırmak istiyorsak, bu taktirde bir bardak havuç suyunun içerisine iki-üç damla sıvı yağ damlatmamız gerekir. Damlatılan bu sıvı yağ havucun içerdiği A vitamininin çok daha büyük oranda vücudumuz tarafından emilmesini sağlıyacaktır. Çünkü, A vitamini yağda çözünen bir vitamindir. Avrupa’nın bazı şehirlerinde taze meyve suyu satan dükkanlarda havuç suyu sipariş ettiğiniz zaman, “bir kaç damla sıvı yağ damlatalım mı?”diye sorarlar.

Değerli okuyucu, yeri gelmişken belirtmekte fayda görüyorum; A ve E-vitamini hücre içerisinde denge halinde bulunurlar. Bazı insanlar hekimlerine danışmadan iki veya üç günde bir E-vitamini tableti alırlar. Birincisi, fazla alınan E-vitamini yorgunluk yapmaktadır. İkincisi ise, yukarıda belirttiğim gibi A- ve E-vitaminleri hücre içerisinde karşılıklı olarak denge halinde bulunduklarından, çok fazla E-vitamininin alınması demek, A-vitamininin hücre içerisinden dışarı atılması demektir. Aynı şekilde çok fazla A-vitamininin kullanılması demek hücre içindeki E-vitamininin belirli oranda dışarı atılmasına neden olur. Bu da, hücre içindeki A- ve E-vitamin dengesinin bozulması anlamına gelir. Hekiminize danışmadan A- ve E-vitamin tüketimini alışkanlık haline getirmeyiniz veya uzun vadeli olarak kullanmayınız. Genel olarak yağda çözünen tüm vitaminlerin (A, D, E ve K) hekime danışılmadan alınması doğru değildir.

Tablo: Havuçta bulunan bazı etkin maddeler
 

alpha-bergamotene 2 000 ppm arachic asit 270-936 ppm
isopimpinellin   lupeol  
phytofluene   sakuranetin  
alpha-carotene 17-25 ppm asarone 400 ppm
alpha-humulene 12 ppm ascorbic asit 91-775 ppm
lycopene   myristicin  
daucosterol   gama delactose  
osthole   neurosporene  
alpha-pinene 48 ppm bergamotene 200-700 ppm
methoxy-mellein   caryophyllenne  
5-methoxy-psoralen   beta-carotene 27-673 ppm
cis-gamma bisabolene   cyanidin dglycoside    
alpha-tocopherol 4-36 ppm beta-caryophyllene 55-170 ppm

Havuç suyunun önemli bir özelliği yemek borusu ve mide yanmasına karşı olan gücüdür. Mide yanması çekenler için bir bardak havuç suyu bulunmaz bir nimettir. Eğer, mevsiminden dolayı veya herhangi bir nedenle havuç bulunamıyorsa, sadece ve sadece iki yudum olarak içilecek olan soğuk sütün, yemek borusu ve mide yanmasına karşı nasıl etkili olduğunu içtikten 3-4 dakika sonra hissedeceklerdir. Yemek borusu ve mide yanmasında bir yudum SÜT mucizedir. Aradan bir kaç dakika veya saat geçtikten sonra yanma eğer tekrar başlıyorsa, bu taktirde tekrar sadece iki yudum süt içiniz. Yanma başladığında her defasında iki yudum süt kullanarak, mide yanması zaman aralıklarının giderek açıldığını ve bu konudaki yanma şikayetinizin ortadan tamamen kalktığını hayretle gözleyebilirsiniz. Süt bu konuda gerçek bir mucize yaratır. Ve sizi tedavide edecektir. Bu uygulama bir hafta veya on gün sürebilir. İki-üç gün içerisinde yanma şikâyetlerinin tamamen ortadan kalktığını belirtenler de vardır. Yıllardır mide yanması çekipte iki yudum sütle tüm şikâyetlerini ortadan kaldırmış çok sayıda insan tanıyorum. Daha çabuk veya daha hızlı etki eder ve mide yanmamdan kurtulurum düşüncesiyle, kesinlikle iki yudumdan fazla almayınız. Kullanacağınız sütün, soğuk veya oda sıcaklığında olmasına da dikkat ediniz. Sıcak sütü yudumlamanın bu durumlarda faydası çok daha azdır. Mide yanması veya yemek borusu yanması başlamasın diye önleyici olarak sadece iki yudum süt içebilirsiniz. Piyasada satılan kapalı pastörize sütler bunun için çok uygundur. 

Konuya burada böyle girmemin arkasında yatan neden, havuç ile Alzheimer hastalığını nasıl ilişkilendirdiğimdir. Ben, genelde incelemek istediğim bitkinin önce kökleri ile işe başlarım. Her bitkinin kökleri kendine özgü bir yapıya sahiptir. Köklerin içerdiği bazı maddeler, o bitkinin yapraklarının, saplarının ve hatta çiçeklerinin içerdiği etkin maddeleri bulmamızda anahtar vazifesi görür. Havuçun köklerinde acethylcolin maddesi bulunmaktadır. Acethylcolin beyin hücrelerinde (nöron) bulunan bir maddedir. Bu maddeye neurotransmitter da denilmektedir. Acethylcolin seviyesinin, Alzheimer hastalarında düşük olduğu bir çok klinik deneyler ile ortaya konmuş ve bu konuda yüzlerce makale yayınlanmıştır. Havuç, sinir sistemi ile ilgili olarak doğrudan etkili bir çok değişik etkin madde içermektedir. Özellikle seksüel hormonlar doğrudan sinir sisteminin kontrolünde olan hormonlardır. Taze sıkılmış havuç suyu (TSHS) içerdiği bazı etkin maddeler bakımından aynı zamanda mükemmel bir sexüel hormon grubu uyarıcısı, aktifleyicisi ve de dengeleyicisidir. Bu nedenle, geçici cinsel isteksizliğe veya yaşlılığa bağlı giderek azalan iktidarsızlığa karşı mükemmel bir önleyici ve de takviye edicidir. TSHS kürünü uygulayanlar zamanla cinsel güçlerin deki ve sperm sayısının ve prostat sıvısındaki hacimli artışını rahatlıkla gözleyebilmektedirler.
İleri yaşlarda algılama gücü giderek zayıflar. TSHS kürü aynı zamanda algılama gücünü mükemmel bir şekilde artırır. TSHS kürünü uygulayanlar aynı zamanda da algılama güçlerinin artığını hissedebileceklerdir.
Alzheimer hastalığına karşı taze sıkılmış havuç suyu kürünün önleyici etkisi çok çok yüksektir. TSHS, Alzheimer hastalığına karşı çok yönlü olarak etkisini gösterir. Önleyici gücünün arkasında yatan etkenlerden bir tanesi frataxin proteininin artışını sağlamasıdır. Frataxin insan vücudunun ürettiği antioksidan özellikli bir proteindir. Frataxin, hücreye zarar veren, hücre ölümüne neden olan serbest radikalleri zararsız hale getiren bir proteindir. İnsan vücudunda frataxin proteininin azalması, hücre ölümünün artması anlamına gelirki, bu da yaşlanmayı (aging) hızlandıran bir durumdur. TSHS kürü, antioksidan özellikli frataxin proteininin artışını sağlayarak, serbest radikallerin hücre ölümlerine sebep olmasını engeller. Değerli okuyucu, son yıllarda antioksidanlar üzerine çok şey yazılmaya başlandı. Antioksidanları taze sebze ve meyve tüketerek vücuda almak en doğrusudur. Ayrıca, insan vücudunun kendisinin ürettiği tabii antioksidan özellikli proteinleri (frataxin gibi) artırıcı kürleri uygulamak da çok çok önemlidir.

Alzheimer hastalığının bir çok evreleri ve aşamaları olmasına rağmen (bu evreleri ancak uzman hekim belirleyebilir) genelde erken dönem, orta dönem ve ileri dönem olmak üzre üç evrede tanımlanmaktadır. TSHS kürünün, tedavi gücü ise bu hastalığın evrelerine göre değişiklikler göstermektedir. Başlangıç aşamasındaki bir Alzheimer hastasının TSHS kürü ile tamamen sağlığına kavuşması mümkündür. Alzheimer hastalığı ileri yaşlardaki bir çok insanın korkulu rüyasıdır. Eğer, Alzheimer hastalığına yakalanmaktan korkuyorsanız, zaman zaman (TSHS) kürünü uygulayınız. Havuç suyu kürünü uygulamaya başladıktan bir kaç hafta sonra yavaş yavaş hatırlama yeteneğinizin arttığını, daha hızlı düşünmeye başladığınızı ve düşünce gücünüzün belirgin bir şekilde arttığını, diğer bir anlamda düşünme ve hatırlama yeteneğinizdeki yavaşlığın ortadan kalktığını hissedebileceksiniz. Taze hazırlanmış havuç suyu kürünü uygulayarak, Erken Dönem Alzheimer hastalığını yenmiş bir çok insan tanıyorum. Alzheimer hastalığına karşı tedavi edici gücü öylesine etkilidir ki, ailesinde Alzheimer’e yakalanmış olupta, taze hazırlanmış havuç suyu kürü ile bu insanların mucizevi bir şekilde tekrar yaşam kalitelerine döndüklerini anlatanların mutluluklarını unutamam.

Bazı insanlar, “hocam, havuç suyu kürü nasıl oluyor da bu kadar etkili olabiliyor? Akıl erdirmek mümkün değil. Bu iş bu kadar basit mi?” diye soruyorlar. Değerli okuyucu, belki basit gibi geliyor, ancak hiçde öyle değil. Çünkü, binlerce bitkinin içerisinden hangisinin, hangi hastalığa iyi gelebileceğini ortaya koymak kolay değil. Önemli diğer bir nokta da onun nasıl kullanılacağı ve hazırlanacağıdır. Kolay olan, havuç suyunun mutfağınızda hazırlanması ve kürünün uygulanmasıdır. Uzun yılların çalışmaları, tecrübeleri, araştırmaları neticesinde ortaya konan bu sonuçların arkasındaki itici gücün kaynağında, insana bir an önce yardım edebilmek inancı ve heyecanı yatmaktadır.

Taze sıkılmış havuç suyunda, Alzheimer hastalığını önleyici güce sahip etkin maddelerin sayısı en az 17 tanedir. Bunlar arasında alpha-terpinene, gama-terpinen, tryptophan, thyamin, carotol, daucic asit, daucine, choline, camphor, borneol ve terpinen-4-ol etkin maddeleri bulunmaktadır. Camphor etkin maddesi havuçta çok çok az bulunmasına rağmen, beraberinde glutamate türevi içermesi camphor’un etki gücünü artırarak beyinde plaque (plak) oluşumuna engel olabilmektedir. Bunlardan terpinen-4-ol ve borneol etkin maddeleri acetylcholinesterase-inhibitörü görevi yaparak, acethylcholinin beyin hücrelerinde (nöron) azalmasına (yıkımına, yok edilmesine) engel olur. Yapılan klinik deneylerde, Alzheimer hastalarında acethylcholin seviyesi düşük olarak gözlenmektedir. methyl-pentosans ve lupeol maddesinin tüm bu etkin maddeler ile birarada bulunması, taze sıkılmış havuç suyu kürünü Alzheimer hastalığının önlenmesinde, durdurulmasında ve de tedavi edilmesinde tartışmasız kılmaktadır. Havuç suyunun içerdiği etkin maddelerin tamamını bir bütün olarak düşünmek gerekir. Birini veya bir kaçını bir arada saf halde tedavide uygulama yöntemi olarak düşünmek kesinlikle yanlıştır. Burada bu durumu bir örnek ile açıklamak istiyorum. Aşağıdaki tabloda havucun en az 19 tane sedative (sedatif, dinlendirici, rahatlatıcı) etki gösteren, kimyası da birbirlerinden tamamen farklı etkin maddeler içerdiğini göreceksiniz. Lavanta’da ise sedative etki gösteren 14 tane farklı etkin madde bulunmaktadır. Bu demek değildir ki, havuç, lavantaya göre çok daha sedative etkili olacaktır. Bu durum bitkinin içerdiği farklı etkin maddenin sayıca fazla olması ile izah edilemez. Gerçekten de, lavantada sedatif etkili etkin maddeler sayıca, havuca göre çok daha az olmasına rağmen, lavanta havuca göre çok daha sedatiftir. Yani, lavanta daha dinlendirici, daha rahatlatıcıdır. Havuçta rahatlatıcı ve dinlendirici etkin madde sayısı daha çok olmasına rağmen, TSHS içildiği zaman herhangi bir rahatlama veya dinlenme hissetmek mümkün olmaktadır. Bu durum ancak ve tamamen o bitkinin kimyasına bağlıdır ve yine kimya yoluyla açıklanabilir.

Alzheimer Hastalığı
Alzheimer Hastalığının ilk defa tanımlanması, Alman hekim Alois Alzheimer tarafından 1900’ lü yılların başlarında yapılmıştır. Üzerinden tam bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen henüz bu hastalığın kesin tedavisinin ve de kesin olarak nedeninin veya nedenlerinin ne olduğu bilinmemektedir. Her ne kadar bu konuda kesin neden bilinmiyor ise de, bilim adamları farklı bir kaç teori ortaya atmışlardır.
Hemen hemen gelişmiş tüm ülkelerde bu konu üzerinde araştırmalar yıllardan beri büyük bir hızla devam etmektedir. Bu konudaki temel bulgu, hastalığın yavaş yavaş hafıza kaybına neden olmasıdır. Beyin hücrelerine nöron adı verilmektedir. Bu hücrelerinin ölümü sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Bazı bilim adamları bunun sebebini genetik yatkınlığa bağlamaktadırlar. Beyin hücrelerinin ölümü geri dönüşümsüzdür (irreversible). Alzheimer hastalığında, duygu, davranış, düşünce, konuşma ve yeteneklerde de değişik derecelerde etkilenmeler gözlenmektedir. Çünkü, hücre ölümlerinin en belirgin olduğu beyin bölgeleri, konuşma ve hafıza merkezlerinin bulunduğu temporal bölgedir.

Alzheimer kısa zamanda gelişen bir hastalık değildir. Başlangıcı yaklaşık en az 15-18 yıl öncesine dayanır. Bu hastalığın belirtileri ortaya çıktığında, bilinmelidirki en az onbeş yıl önce bu hastalık oluşmaya başlamış demektir. Sinsi bir şekilde ilerleyen bir hastalıktır. Semptomlarını (belirtileri) göstermeye başladığında Alzheimer en az on yıl önce gelişmeye başlamış demektir. Bu konuda yapılan araştırmaların başka bir hedefi de Alzheimer’in erken teşhisini (başlangıç aşamasını) yapabilmek için hangi parametrelerin ölçüleceğidir. Ne yazıkki günümüzde henüz Alzheimer hastalığının başlangıcını veya gelişmeye başladığını ortaya koyabilecek ölçme veya belirleme yöntemi yoktur.

Alzheimer ve taze sıkılmış havuç suyu (TSHS)
Yukarıda da belirttiğim gibi, tedavi amaçlı kullanılacak olan ilaçların (maddelerin) insanlar için etkili ve güvenli olduğunu kanıtlamak şarttır. Bu nedenle araştırmalar hem çok uzun bir zaman almakta hem de çok büyük maliyetler getirmektedir. Değerli okuyucu, benim çalışmalarımda gözlediğim, Taze Sıkılmış Havuç Suyu Kürünün (TSHSK) Alzheimer hastalığını önlemedeki gücü bulunmaz bir imkandır. Çünkü, TSHSK nün her şeyden önce insanlar için güvenli olması, bu kürü tartışmasız kılmaktadır. Taze Sıkılmış Havuç Suyu Kürü’nün herhangi bir yan tesiri de söz konusu değildir. Alzheimer hastalığına karşı TSHSK, şu sıralar en etkili önleyici, en etkili durdurucu ve de tedavi edici imkânı sağlayabilmektedir. Alzheimer hastaları bu kürü uygularken sonuçlarını bir iki haftadan önce alamazlar. Ancak, ikinci haftadan sonra Alzheimer hasta yakınları, TSHSK’nün olumlu sonuçlarını ve dikkate değer ölçüde olumlu gözlemlerini yapabilmektedirler. Diğer tüm kürlerde olduğu gibi, bu kürün de her Alzheimer hastasında yüzde yüz etkili olacağı söz konusu değildir. Bu durum, modern tıbbın imkânlarında da (örneğin ilaçlar) böyledir. Bir ilacın veya uygulanan kürün başarılı olabilmesi, o insanın genetik yapısına, bağışıklık sistemine, başka rahatsızlıklarının olup olmadığına, sürekli bir rahatsızlığının olup olmadığına (örneğin şeker hastalığı gibi), yaşına, hamile olup olmadığına ve bunun gibi bir çok faktörlere bağlıdır. Alzheimer hastalığı ile ilgili olarak bir noktayı önemle vurgulamak istiyorum. Bu hastalık, genel olarak bir kaç ayda ani olarak ortaya çıkan bir hastalık değildir. Başlangıcı, en erken on ile yirmi yıl öncesinden yavaş yavaş ve sinsi bir şekilde gelişmeye başlamaktadır. Yeterli düzeye gelmeden bu hastalığı erken teşhis etmek mümkün olmamaktadır. Bulguların doğrultusunda teşhis konulduğunda, hastalık yerleşmiş ve kendisini bariz şekilde belli etmeye başlamıştır. Bu nedenle önleyici veya durdurucu olarak TSHSK’nün orta yaşlardan itibaren kullanılmasını tavsiye ederim. Günümüzün modern tıbbı bu hastalık için: “Son yıllarda hastalığın seyrini değiştiren bazı tedavi seçenekleri ortaya çıkmış olmasına rağmen, iyileştirilebilir ya da düzeltilebilir bir hastalık değildir. Ancak hastalığın ilerleme hızını yavaşlatmak, hastalık seyri sırasında ortaya çıkan bazı rahatsız edici bulguları düzeltmek, ortadan kaldırmak mümkündür.” ifadesini kullanmaktadır.

Bugün için Alzheimer hastalığını doğrudan tedavi edebilecek bir ilaç henüz geliştirilememiştir. Ancak, Alzheimer hastalığının neden olduğu bazı şikâyetlerin tedavisi mümkün olmaktadır. Ayrıca, Alzheimer hastalığının başladığını tayin edebilecek herhangi bir analiz yöntemi de henüz geliştirilememiştir. Taze sıkılmış havuç suyu kürünün, Alzheimer hastalığını tedavi gücü yaklaşık %30 oranındadır. Bu oranın çok daha yukarılara çekilmesi mümkündür. Bu da ikinci bir bitkinin promotor veya medyatör olarak kullanılması ile mümkün olabilecektir. Tıpkı bu kitapta okuduğunuz kereviz-ıspanak, ısırgan-ebegümeci ya da maydanoz-tereotu ikili karışım kürleri gibi. Havuç suyunun etkisini daha da artırabilecek ilave ikinci bitki üzerindeki araştırma çalışmalarım devam etmektir. TSHSK nün yaklaşık %30 oranındaki tedavi gücü, Alzheimer hastalığının başlangıç evresinde olanlar için geçerlidir. Alzheimer hastalığının son evresinde olanlar için tedaviden ziyade, hastalığın ilerlemesini belirgin bir şekilde durdurduğunu gözlemek mümkün olmaktadır. Burada tekrar hatırlatmayı uygun buluyorum, bir hastalığı önlemek onu tedavi etmekten çok daha kolaydır.

Sigara veya Alkol tüketenlerin dikkatine
Değerli okuyucu, Avusturalya ve Yeni Zellanda üzerinde Ozon Tabakasının inceldiği son yıllarda yapılan ölçümler ile ortaya konmuştur. Ozon Tabakasının incelmesi demek güneş ışığında bulunan UV- ve daha kısa dalga boylu ışığın bu bölgelere (Avusturalya ve Yeni Zelanda) daha yoğun bir şekilde giriş yaptığı ve bu yörede yaşayan tüm canlıları olumsuz etkilediği bir gerçektir. Ozon Tabakasının incelmeye başlamasından sonra, bu ülkelerde yaşayan insanlarda deri ve cilt kanserlerinde büyük artış gözlenmiştir. Beta-karotenin deri ve cilt kanserini önlediği bilinmektedir. Bu nedenle bir grup Avusturalyalı bilim adamı, beta-karotenin bu gücünü ortaya koymak için klinik deney başlatmışlardır. Yapılan bu klinik deneylerin sonucunu, 21 Mayıs 2003 tarihinde, Journal of the National Cancer Institute dergisinde açıkladılar. Bu araştırmanın sonuçları oldukça şaşırtıcıdır. Alkol veya sigara içenler beta-karoten aldıkları taktirde bağırsak adenomlarında, bağırsak kanserinin ön basamak oluşumlarında enaz iki misli artış gözlenmiştir. Alkol ve sigara kullanmayan larda ise, tam aksine %44 azalma gözlenmiştir.

Bu nedenle sigara veya alkol tüketenlerin zengin beta-karoten içeren besinlerde ölçülü olmaları önerilmiştir. Havuç, zengin bir bata-karoten kaynağıdır. Eğer, sigara veya alkol tüketiyorsanız havuç kürü uygulamayınız. Şayet, sigara veya alkol tüketmiyorsanız, bu taktirde uygulayacağınız havuç kürü veya zengin beta-karoten kaynaklı besinler tüketmeniz, aynı zamanda bağırsak kanserine karşı %44 daha az yakalanma riskine sahipsiniz anlamına gelmektedir. Kısaca, beta-karoten içerikli besinler, sigara veya alkol kullananlarda bağırsak kanserine yakalanma riskini iki kat artırırken, sigara veya alkol tüketmeyenlerde ise, bağırsak kanserine yakalanma riskinide %44 oranında önleyebilmektedir. Değerli okuyucu, eğer sigara veya alkol tüketiyorsanız havuç kürünü uygulamayınız.

Tablo: taze sıkılmış havuç suyunda bulunan etkin maddelerin özellikleri 

özellik (en) özellik (tr) Adet etkin madde
antialzheimeran alzheimere karşı 17
antiatherosclerotic damarsertliğine karşı etkin 13
antiinflammatory enflamasyona karşı etkin 24
antioxidant antioksidan 21
antitriglyceride triglyseride karşı 5
vasodilator damar genişletici 19
hypocholestrolemic kolestrol düşürücü 12
spermygenic sperm artırıcı 4
estrogenic östrojen artırıcı 8
antidermatitis deri enflamasyonuna karşı 10
fungicide mantar yok edici 17
antiacne akneye karşı 16
sunscreen uv-ışığa karşı filitre 7
sedative rahatlatıcı, dinlendirici 19
antiulcer ülsere karşı 8
antinitrosaminic nitrosamin oluşumuna karşı 8
antimutagenic mutasyona karşı 14

Havuç kürünü uygulayanlar, sigara tiryakisi iseler, havuç suyu kürünü uygularken bol bol balgam sökmeye başlarlar. Bu anlamda havuç suyu kürü aynı zamanda sigara içenler için iyi bir balgam söktürücüdür. Ancak, sigara ve alkol tüketenlerin havuç kürünü uygulamadan önce mutlaka, “Sigara veya Alkol tüketenlerin dikkatine” başlığı ile yazdığım yukarıdaki açıklamayı okumalarını öneririm.

Kalp krizi geçirme riski altında olanlara taze sıkılmış havuç suyu kürünü ihmâl etmemelerini tavsiye ederim. Kalp krizinin oluşmasında birinci sırayı alan en önemli risk faktörleri; damar sertliği, yüksek kolestrol ve yüksek triglyserid’dir. TSHS damarsertliğine karşı (antiatherosclerotic) en az onüç tane etkin madde içermektedir. Ayrıca, gerek kolestrol düşürücü (hypocholestrolemic) olarak, gerekse de triglyseridlere karşı (antitriglyceride) etkin rol oynayan bir çok etkin madde içermektedir. TSHS da bulunan heraclenin maddesi kanın pıhtılaşmasına karşı (antikoagulant) etkin rol oynadığından, kanın damarlarda daha rahat akmasına yardımcı olmakta ve bu sayede kalbin yükünü hafifletebilmektedir. Her akşam yatağa gitmeden önce bir bardak taze sıkılmış havuç suyunu içmek benim yıllardır uyguladığım alışkanlıklarımdandır.

Satın aldığınız havuçların taze ve olgunlaşmış olmasına mutlaka özen gösteriniz. Kolay bükülebilen veya tazeliğini kaybetmiş olan havuçları satın almayınız. Kolayca eğilebilmesi havucun tazeliğini yitirmiş olduğu anlamına gelir. Tam olgunlaşmadan (genç) toplanmış olan küçük havuçlarda şeker oranı yüksektir (yaklaşık %6). Havuç olgunlaştıkça içerdiği şeker oranıda azalır. Havucun rengi ne kadar güçlü ise, içerdiği beta-karoten maddesi de o kadar fazladır. A-vitamini (retinol) ihtiyacımızı genel olarak hayvansal besinlerden alırız. Bitkilerde moleküler yapıları birbirlerinden farklı çok çeşitli karotenler vardır. Karotenler, A-vitamininin ön basamaklarıdır. Bunlardan molekül yapıları uygun olanlar, insan vücudunda kısmen A-vitaminine dönüştürülürler. Bu dönüşüm için molekül yapısı en uygun olan karoten, beta karotendir.
Unutkanlığa karşı havucun gücü bulunmaz bir nimettir. Ancak, bu amaç için yemeklerde veya salatada bolca havuç kullanmak, örneğin redelenmiş şekilde çözüm değildir. Bu şekilde havucun sadece besin değerlerinden istifade etmiş olunur. Unutkanlığa karşı havuçun aşağıda belirtildiği kullanma şekline mutlaka uyulması gerekir. Aksi taktirde sonuç almak mümkün değildir. Bu kitapta belirtilen tüm kullanma şekillerine mutlaka uyulması gerekir. Salatada kullanılan havucun hiç mi faydası yok, diye sorarsanız, tabiki var, ancak, istenilen düzeyde ve güçte değildir. Bu durum diğer bütün sebzeler ve bitkiler için de geçerlidir. Değerli okuyucu, taze sıkılmış havuç suyu kürünün tüketim zamanı da oldukça önemlidir. Örneğin, sabah aç karna veya öğle yemeğinden sonra içilmesi tamamen farklıdır. Özellikle unutkanlığa ve Alzheimer hastalığına karşı kullanılırken akşam yemeklerinden en az iki sonra içilmesinin arkasında yatan nedenlerden bir tanesi, beyinde üretilen bazı hormonların durumundan dolayıdır.

Uyarı: Akşam yemeğinden iki saat sonra uygulanacak TSHS kürünün özel durumları vardır. Eğer, o akşam bir gerilim filmi seyrediyorsanız, işiniz gereği geç saatlere kadar çalışmak durumunda iseniz veya henüz uykunuz gelmemiş ise havuç suyunu akşam yemeğinden iki saat sonra içeceğim diye kendinizi programlamayınız. TSHS kürünün uygulanmasında en önemli nokta uykunuzun gelmiş olmasıdır. Uygulamadaki en kolay yol ve en doğrusu yatağa giderken içmektir. Çünkü, yatağa gitmeye karar verdiğinizde uykunuz gelmiş ve de beyindeki bazı hormonların da seviyeleri değişmeye başlamış demektir.

Menopoz dönemindeki bayanların östrojen hormonu dengelenmesinde TSHS kürünün olumlu etkisi dikkate değer ölçüde etkilidir. Bu konuda en az dokuz tane etkin madde içermekte olup,TSHS nun içerdiği apigenin, beta-sitosterol, coumarin ve özellikle de diosgenin maddesi doğrudan östrojenik etki yapmaktadır.

Derimizi ve cildimizi, hem korumak hem de direncini artırmak için TSHS kürü, tabiat ananın insana sunduğu mükemmel bir imkândır. Güneş ışığında bulunan UV- ışığına karşı (sunscreen) deriyi güçlendiren ve koruyan bir çok etkin madde içermektedir. Chlorogenic acid ve alpha-amyrin bunlara sadece iki örnektir. Spesifik olarak deri enflamasyonuna karşı (antidermatitis) öylesine güçlü etkin maddeler içerir ki, deriyi enflamasyonlara karşı adeta zırh gibi korur. TSHS bununla da kalmayıp derideki mantarlara karşı da (fungicide) çok sayıda etkin madde içermektedir. Ciltleri hasas olanlar veya derileri basit bir kaşımayla kolay tahriş olanlar TSHS kürünü uygulamakla bu şikâyetlerinden nasıl kurtulduklarını hayretle gözleyebilirler. Ciltlerinde akne şikâyeti olanlar için de TSHS kürü mükemmel bir yardımcıdır. Hekiminizin derideki mantara karşı verdiği ilacı kullanırken beraberinde TSHS kürünü uygulamak mükemmel bir takviye oluşturacaktır. Mantar ilacı kullanıyorsanız, taze üzümden ve ceviz tükeminden kesin olarak uzak durunuz. Yaz aylarında bol güneş altında kalanların TSHS kürünü uygulamalarında çok büyük faydalar vardır.

Migren ağrıları, kronik baş ağrıları ve sık sık baş ağrısı şikâyeti çekenlere taze sıkılmış havuç suyu kürü (TSHSK) bulunmaz bir nimettir. Baş ağrılarından şikâyeti olanların başlangıçta hem sabah kahvaltısından sonra hem de akşam yemeğinden iki saat sonra birer bardak içmeleri en doğrusudur. Baş ağrısına karşı olan başlangıç kürü 20 gün uygulanır ve daha sonra sadece akşam yemeklerinden iki saat sonra bir bardak olmak üzre iki ay boyunca devam edilir. Daha sonra zaman zaman içilerek (haftada 3-4) devam edilir. Bir kaç hafta sonra baş ağrılarından şikayet edenlerin giderek bu şikâyetlerinin nasıl azaldığını hayretle gözleyebileceklerdir.

Taze sıkılmış havuç suyu (TSHS) kürünün yukarıda belirttiğim özelliklerini öğrendikten sonra, onu mutfağınızdan eksik etmeyeceğinize inanıyorum. TSHS etkisini en erken on-onbeş gün geçtikten sonra göstermektedir. Çünkü, içerdiği bazı etkin maddelerin vücutta belirli bir seviyeye kadar depolanmaları gerekmektedir. Ancak, bundan sonra etkili olmaya başlamaktadır. Bu durum sadece TSHS’ na özgü bir durum değildir. Kitabımda önerdiğim diğer bazı kürler içinde bu durum aynen böyledir. Yani, uygulanan kürün etkili olabilmesi için öncelikle istenilen düzeyde vücutta depolanmaları gerekmektedir.

Dikkat: Migren ağrıları, şeker ve de çikolata!
Migren şikâyeti olan kişilerin çikolatadan mutlaka ve kesin olarak uzak durmaları gerekir. Çikolata migreni tetikleyen (start veren) bir besindir. Eğer, zaman zaman (dönem dönem) migren ağrıları yaşıyorsanız ve şeker tüketimi açlığı baş göstermeye başlıyor ise, anlayınız ki migren ağrılarınızın başlayacağı evreye (döneme) giriyorsunuz veya bu dönemin içerisindesiniz. Kısaca, şeker tüketimi veya şeker açlığının başlaması migren ağrılarının kısa bir zaman sonra başlayacağına işaret eder. Bu konuyu burada belirtmemin nedeni de, küçük şeker havuçlarının, taze sıkılmış suyunun bu amaçla (migrene ve Alzheimer’e karşı) kullanılmaması gerektiğindendir. Çünkü, küçük havuçlar (yaklaşık parmak uzunluğunda olanlar) yüksek oranda şeker içerirler. Bu nedenle, tüketilmemeleri gerekir. Gerek migren ve gerekse de Alzheimer’e karşı kullanılacak olan havuçların mümkün olduğu kadar en irileri, gevrek ve taze olanları seçilmelidir. Çünkü, genelde iri havuçlarda şeker oranı düşüktür. Eğer, migren hastası iseniz, şeker oranı düşük olan havuç türünü seçtiğinizden mutlaka emin olunuz.

Şeker oranının düşük olduğundan emin değilseniz, migren şikâyetine karşı havuç kürünü uygulamayınız. Alzheimer hastaları için böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak, Alzheimer hastalarının da mutlaka iri, taze ve gevrek olan havuçları kullanmaları gereklidir. Çünkü, Alzheimer’e karşı etkili olan etkin maddeler hem miktar olarak hem de çeşit olarak iri havuçta çok daha fazladır.

Taze sıkılmış havuç suyu kürü, toksin özellikli bir çok ağır metale karşı antidot gücü oluşturabilmektedir. Beslen- memiz esnasında besinler üzerinden eser miktarda da olsa her defasında toksin (zehir) özelliği olan metalleri de vücudumuza almaktayız. Bu ağır metaller gerek yağ dokusunda gerekse de öncelikle akciğer, karaciğer ve böbreklerde depolanmaktadırlar. Bu birikimler zaman içerisinde belli bir seviyeye geldikten sonra zararlı olmaya başlamaktadırlar. İşte, TSHS da, zehirli ağır metallere karşı andidot (panzehir) vazifesi gören en az sekiz tane aktif etken madde bulunmaktadır.

Havucun kalp krizini önleme gücü
Değerli okuyucu, seksenli yılların sonlarına doğru taze sıkılmış havuç suyunun kalp krizini önleme gücünün olduğunu fark ettim. O yıllarda serbest radikaller üzerine pek fazla şey yazılmıyordu. Ancak, bilinen bir gerçek vardı ki, bu da serbest radikallerin neden olduğu oksidasyonun hücreye zarar verdiğidir. Eğer, hücre zarar görüyor ise, ve bunlar dokuyu oluşturan hücreler olduğuna göre, zamanla dokunun önemli bir kısmıda zarar görecektir. Zarar görmüş bir hücre çalışmasına devam edebilir ancak, görevini tam yerine getiremez. Görevini tam olarak yerine getiremeyen hücreler topluluğu aynı şekilde görevini tam olarak yapamayan dokuyu meydana getiriyor demektir. Unutmayınızki, dokular topluluğu da organları oluşturmaktadır. İşte, oksidasyonun zarar verdiği hücrelerin sayısının giderek artması, dokunun zarar görmeye başlaması anlamına gelmektedir. Sonuçta, dokulardan oluşan organ tahrip olmaya başlamış demektir. Belli bir noktadan sonra organın önemli bir kısmı görevini yerine getiremiye ceğinden dolayı hastalık ani olarak kendisini gösterir. Ani olarak ortaya çıkan kalp krizi de böyle bir durumdur. Kalp krizi geçirmekte olan bir kimse, bu krize çok daha önceden hazırlanmaya başlamıştır. Kalp krizine neden olan sebep bardağı taşıran son damladır. Halbuki, bardak çok önceden dolmaya başlamış, taşmak için son damlayı beklemektedir.
Son yıllarda hücreye zarar veren serbest radikaller üzerine çok şey yazılıp çizilmeye başlandı. Hücreye zarar veren serbest radikallerin oksitleyici gücünü ortadan kaldırmak veya oksitleyici gücüne engel olmak amacıyla karşı güç kullanmak gerekir. Bu karşı gücün adına antioksidan denilmektedir. Antioksidanlar, serbest radikallerin zarar veren oksitleyici gücünü nötralize derek ortadan kaldırmaktadır. Antioksidanlar sayesinde, hücrelerin zarar görmesi ve bu sayede de dokunun zarar görmesi engellenmektedir. Dokunun olumsuz etkilenmemesi demek organın olumsuz etkilenmemesi anlamına gelir. Sağlıklı beslenmenin temel taşlarından bir tanesi de yeterli düzeyde antioksidan içeren besinlerin tüketilmesidir. Çok sayıda değişik antioksidanlar vardır. Bunlar ağırlıklı olarak taze sebze ve taze meyvelerde bulunmaktadır. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse, domateste ve üzümde bulunan lycopen, brokolide bulunan sulforafen, havuçta bulunan beta-karoten ve E-vitamini, antioksidanlara birer örnektir. Son yıllarda çok sayıda değişik antioksidan tabletleri sunulmaya başlanmıştır. Bunların ne dereceye kadar etkili olup olmadığını kitabımın değişik bölümlerinde açıklamaya çalıştım. Bir noktayı tekrar vurgulamakta fayda görüyorum, hiçbir bitkisel etkin madde, buna antioksidanlar da dahil, tek başına yeterli ölçüde etkili değildir. Etkili olabilmesi için, o etkin maddenin beraberinde bulunan yardımcı, fonksiyonel, segonder ve medyatör maddelerin de alınması gerekir. Bu da ancak, ilgili sebzenin veya meyvenin tamamını tüketmekle mümkündür. Unutmayınız, günümüzde halen bitkilerin içerdiği etkin maddelerin ancak, %1’ ni tanıyoruz. Bu %1’ in de etki mekanizması üzerine bildiklerimiz maalesef %1’ i geçmemektedir.

Değerli okuyucu, antioksidanlar sadece dışardan besinler üzerinden alınmaz, vücudumuz da çok sayıda değişik antioksidan üretmektedir. Vücudumuzun kendi ürettiği antioksidanların oluşumunu artırmak amacıyla bağışıklık sistemimizi de güçlendirmemiz gerekmektedir. Kitabımda bazı bitkisel kürler önerdim. Bu kürler yeri geldikçe açıklanmıştır. Bir konuyu daha vurgulamak istiyorum, serbest radikallerin zararlı olduğundan bahsettik. Peki, vücudumuzun zararlı dediğimiz bu serbest radikallere ihtiyacı var mıdır? Evet, vücudumuzun ürettiği serbest radikallere gerçekten ihtiyacımız vardır. Nasıl mı? Vücudumuza aldığımız zararlı bir bakteriyi düşününüz. Bu bakterinin öldürülmesi için hücremiz serbest radikal üretir. Serbest radikal bu zararlı bakteriyi hücre içerisinde parçalar, parçalarını bir keseciğin içerisine depolar ve hücrenin dışına atar. Eğer, hücrelerimiz zararlı dediğimiz bu serbest radikalleri üretmeseydi, bu taktirde hücremiz içindeki savaşı bakteri kazanacak ve bakteri hızla çoğalacak ve sonunda hastalanacaktık. Peki, nasıl oluyorda serbest radikallerin bize zarar verdiğinden bahsediyoruz? Bize zarar veren serbest radikallerin kaynağı, içtiğimiz sigara, alkol, soluduğumuz kirli hava, besinler üzerinden vücudumuza aldığımız herbizitler (zirai ilaçlar) veya radyasyondan (ışın) kaynaklanmaktadır. Örneğin röntgen fliminiz çekilmeden önce çevrenizdeki insanlar dışarı çıkarılır. Çünkü, röntgen ışınları soluduğumuz havayı iyonize ederek serbest radikallerin oluşmasına neden olur. Aynı şekilde, kanser tedavisinde kullanılan ışın röntgen ışınlarıdır. Tomografi çekimi esnasında refakatçinin dışarda beklemesi gerekir. Çünkü, burada da havayı iyonize ederek serbest radikallerin oluşumuna neden olan ışın kullanılmaktadır. Yaz aylarında şiddetli güneş ışığına maruz kalmak, derimiz üzerinde serbest radikallerin oluşmasına ve hatta deri kanserine sebebiyet verebilmektedir. Vücuda alınan alkol hücrelerimizde yok edilirken, serbest radikaller ve hücre zehiri oluşmaktadır.

Değerli okuyucu, vücudumuzun ürettiği serbest radikallere mutlaka ihtiyacımız vardır. Vücudumuzun kendi ürettiği serbest radikaller bağışıklık sistemimiz için gereklidir. Eğer, dengeli ve sağlıklı besleniyorsak, takviye veya destekleyici olarak serbest radikalleri yok eden antioksidan tabletlerini almamıza gerek yoktur. Çünkü, ekstra alınan antioksidanlar, vücudumuzun ihtiyacı olan serbest radikalleri nötralize edeceğinden (yok edeceğinden) fayda yerine zarar verecektir. Hekiminize danışmadan bu türden tabletleri kullanmayınız. Güçlü bir antioksidan olan beta karotenin saf halde verilmesinin olumsuz sonuçları klinik deneyler ile açıklanmaya başladı bile. Özellikle sigara içenlerin saf haldeki beta-karoteni almamaları gerekir. Bunun sebepleri size hekiminiz tarafından daha detaylı açıklanacaktır. Bu noktada size bir açıklık getirmesi bakımından ayrı bir başlıkla belirtmeyi uygun buldum.

Hiçbir şey sebepsiz yaratılmamıştır. Her bitkinin ve varolan her şeyin yaradılış sebebi vardır. Yaradılış sebebi olduğuna göre, mutlaka bir vazifesi ve görevi de var demektir. Bir bitkinin, görevinin veya ne işe yaradığının araştırılması, ortaya konulması ve insanlığın hizmetine sunulması bilim adamlarının vazifesidir. Kutsal kitabımızda bakınız Allah ne buyuruyor; "Biz, hiç bir dert yoktur ki, onun çaresini de vermemiş olalım". Bu alem sınırsız araştırma kaynaklarıyla dolu.

“Bitkisel Sağlık Rehberi” ni hazırlamaya başladığım sıralarda, Amerika’da beslenme üzerine bilimsel makalelerin yayınlandığı “The American Journal of Clinical Nutrition Vol. 82 No. 4, S. 879-886” dergisinin Kasım 2005 sayısında, 1168 yaşlı kişi üzerinde beta-karotenin kalp krizini önleme etkisinin araştırma sonuçlarını açıklamışlardı. Saf halde verilen beta-karotenin antioksidan özelliğinden dolayı genel sağlık durumlarını olumlu etkilediğini ve kalp krizine bağlı ölüm oranlarının düştüğünü açıkladılar. Benim bu konudaki görüşüm şudur, 1168 kişi üzerinde yapılan bu araştırmada kişilere saf halde beta-karoten verilmiştir. Beta-karotenin zengin olarak bulunduğu sebze havuçtur. Havuç kürünün kalp krizini önlemedeki gücü sadece beta-karotenin antioksidan özelliğinden kaynaklan- mamaktadır. Beta-karotenin dışında taze sıkılmış havuç suyunun içerdiği daha bir çok etkin madde kalp krizini önlemede etkili olmaktadır. Kısaca, taze sıkılmış havuç suyu kürü, saf halde alınan beta-karotenden çok daha güçlü kalp krizini önleme gücüne sahiptir.

Kür 1: Unutkanlığa ve Alzheimer’e karşı havuç kürü
Üç ay boyunca hergün, akşam yemeğinden iki saat sonra taze sıkılmış bir bardak havuç suyu içilecektir. Üç ay tamamlandıktan sonra haftada en fazla 2-3 defa yine akşam yemeklerinden iki saat sonra bir bardak havuç suyu içmeyi alışkanlık haline getirmek gerekir. Havuç suyunu içtikten sonra üzerine başka bir şey tüketmemeye özen gösterilmelidir Her gün akşam taze olarak hazırlanması ve fazla bekletilmeden tüketilmesi gerekir. Bir kaç günlük hazırlayıp, buzdolabında saklamayınız. Hergün taze hazırlayınız.
Bu uygulama aynı zamanda akciğer- ve deri kanserine ve de kalp krizine karşı da bir önleyicidir. Kür 1 ile havucun yukarıda bahsedilen diğer bütün özelliklerinden istifade ediyorsunuz demektir. Piyasada satılan hazır havuç suları bu amaç için kullanıldığı taktirde başarı oranı hemen hemen %70 oranında azalabilmektedir. Bu nedenle havuç suyunu mutfağınızda kendiniz taze olarak hazırlarsanız çok daha çabuk ve başarılı sonuç alırsınız.
 

.Hekiminizin verdiği ilaçlar var ise mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikayetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgiler ile kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur
   
Karalahana
KaralahanaTiroit bezinin çeşitli nedenlerle büyümesine Guatır denir. Denize yakın, deniz havasını alabilen bölgelerin havasında ve suyunda insanın gereksinimini karşılayabilecek düzeyde iyot bulunur. Buna karşılık denizden uzak ya da dağlık bölgelerin içme sularındaki iyot miktarı yetersiz düzeydedir. Bu bölgelerde yaşayan insanların kanındaki iyot düzeyi düşük olur. İyot azlığı guatırı tetikleyen sebeplerden bir tanesidir. 

Bazı bölgelerde ise yeterli iyot miktarına karşın, guatr yine de gelişebilmektedir. Buna en iyi örnek ülkemizin Karadeniz Bölgesi’ndeki guatır vakalarıdır. Bazı bölgelerde ise suda yeterli iyot bulunmasına karşın, guatır vakalarına çok rastlanır. Çünkü Karadeniz halkı “Kara Lahana” denilen  sebzeyi çok tüketirler. Kara lahanada ise “Guatır yapıcı” (goitrogen) denilen maddeler bulunur. Bu maddeler kandaki normal iyot düzeyine karşın tiroksin hormonunun yapımını engellerler. Tiroksin yapımının engellenmesi tiroidin büyümesi anlamına gelir.

   
Keçiboynuzu
Keçiboynuzu

 

Latince adı :          Ceratonia siliqua L.
İngilizce      :          Carob, St. John’s Bread, Locust bean
Almanca     :         Johannisbrot
Özellikleri   :         Nefes darlığına karşı alerjik nefes darlığına karşı soğuk alerjisine karşı iktidarsızlığa karşı akciğer ödemini yok edici balgam söktürücü akciğer kanserini önleyici hareketli sperm sayısını artırıcı ● astıma karşı ishale karşı kabızlığa karşı
 
 
İngilizcesi her ne kadar “carob” ise de, genelde “St. Johns Bread” olarak bilinir. Almanca’sı da “johannisbrot” dur. Her iki lisanda da “Yakup Peygamberin Ekmeği" anlamına gelir. Yakup peygamberin çölde ekmek yerine tükettiği bir meyvedir. Yaklaşık 5000 yıldan beri bilinen bir meyvedir. Birkaç yüzyıl öncesine kadar yapılan tatlılarda ağırlıklı olarak harnup kullanılırdı veya şeker yerine yenilirdi. Günümüzde beyaz şeker üretiminin başlamasıyla bu kültür ve sağlıklı beslenme yapısı yok olmuştur. 1930'lu yıllarda İspanya’daki savaş esnasında çocukların sağlıklarını koruyabilmelerinde keçiboynuzu tüketiminin önemi çok büyük olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların işgalinde olan Yunanistan adalarında yaşamakta olan halk açlık tehlikesini keçiboynuzu sayesinde aşmıştır
 
Harnup ağacı ilk onbeş yıl hiç meyve vermeyen bir ağaçtır. Yetişkin bir ağaç 1000 kiloya kadar meyve verebilmektedir. Keçiboynuzunun içerdiği çekirdeklerin her biri 0,2 gram gelir. Bu çekirdeklerin ebatlarına bakılmaksızın her biri aynı ağırlıktadır. Yani, tek bir harnup çekirdeği 0,2 gram ağırlığındadır. Bu 0,2 gram ağırlık neden bu kadar mühim diye soracak olursanız, cevabı eski çağlara kadar dayanır. Antikçağda ve daha öncesinde altın ve kıymetli taşları hassas olarak tartabilmek için keçiboynuzunun çekirdekleri kullanılmıştır. Günümüzde de 0,2 gramın karşılığı 1 Karat olarak kullanılmaktadır. Kıymetli taş veya metal satanların kullandıkları 1 Karat buradan gelmektedir. Karat kelimesi keçiboynuzunun (harnup) Latince adı olan “Ceratonia”dan türetilmiştir. Beş tane keçiboynuzu çekirdeği 1 gram ağırlığındadır.
 
Yıllar içerisinde insanlar harnupun beslenmedeki önemini unuttular. Çeşit çeşit hazır besinler tüm süpermarketlerde insanın hizmetine sunulurken, tabii (doğal) beslenme gelenekleri ve alışkanlıkları da yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Son bir kaç yıldan beri tekrar eskiye dönüş yolları aranmaya başlandı. Avrupa’da “reformhaus” veya “bioladen” adı altındaki marketlerde zirai ilaç ve suni gübre kullanılmadan yetiştirilen meyve ve sebzeler ayrıcalıklı olarak satılıyor. Hem de neredeyse gösterişli sebze ve meyvelerin iki katı fiyatına. Bizde de durum pek farklı değil tabi. Aynı şekilde, kepeğini içeren pirinç normal pirinç fiyatının hemen hemen iki buçuk misli fiyatla satılıyor.
 
Halk pazarlarına giden insanlarımız satın alacakları sebzenin yayla sebzesi olup olmadığını sorup öyle alıyorlar. Onların “yayla”dan kastettikleri, hormonsuz sebzedir. Yoksa aradıkları sebzenin gerçekte yüksek yaylalarda yetişmiş olması önemli değildir. Örneğin, yayla domatesi hormonsuz domates olarak algılanıyor. Gerçekten de hormonsuz olarak yetiştirilen domatesin tadı da, içerdiği proteinlerin ve etkin maddelerin oranları da farklıdır.
 
Biz tekrar harnupa dönelim. Akdeniz bölgesinin sahil şeridindeki memleketlerden İtalya, İspanya, Kıbrıs ve Türkiye’de bol miktarda yetişmektedir. Keçiboynuzunun ortalama %35’i düşük moleküler yapılı karbonhidratlardan oluşur. Yine yaklaşık %40’ı yüksek moleküler yapılı nişasta içermektedir. Yağ oranıysa oldukça düşük olup ancak %1’dir. Kakaonun yerine kullanılabilen en mükemmel çözüm olmuştur. Kakaoda bulunan kafenoidleri içermez. Örneğin, keçiboynuzunda theobromin yoktur. Kakaoda yüksek miktarda bulunan yağ, harnupta sadece %1’dir. Kakaoda bulunan birkaç tane etkin madde migreni tetikleme özelliğine sahiptir. Harnup için bu durum söz konusu değildir.
 
Kakao ve harnup
Migren şikâyeti olanlar genelde çikolataya karşı açlık duymaya başladıklarında migren ağrılarının başlama devresine girmişler demektir. Unutmayınız ki, çikolatanın temel maddesi kakaodur. Harnup kakaoya karşı alerjisi olanlara ideal bir alternatif çözüm getirmektedir. Eğer kakaoya karşı alerjiniz varsa, keçiboynuzunu rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Unutmayınız ki, kakao vücudumuzda alerjiye neden olan antikor üretimine sebep olmaktadır. Bu nedenle alerjiye yatkınlığı olanların veya alerjik reaksiyonları olanların kakao tüketiminde ölçülü olmalarını tavsiye ederim.
 
Özellikle okul çağındaki çocukların severek tükettikleri kakaolu süt ve ürünlerinde dikkatli olunuz. Eğer çocuğunuzda alerjik şikâyetler varsa ve alerjiye bağlı diğer rahatsızlıklar söz konusuysa (örneğin astım gibi) kakaolu besinlere karşı ölçülü olmakta büyük faydalar vardır. Kakaoya karşı alerjisi olan (alerji tipi-IgE) çocuklar için keçiboynuzu mükemmel bir alternatiftir. Keçiboynuzunun kakao karşısındaki diğer avantajı da oksalik asit içermemesidir. Çocukların ve yetişkinlerin ishallerinin durdurulmasında keçiboynuzu ideal bir destekleyicidir. Keçiboynuzunun içeriğindeki lignin ve pectin miktarları öylesine ilginç bir dengeyle kuruludur ki, mesleği gereği veya çalışma ortamlarından dolayı ağır-metal ya da radyoaktif madde alımına maruz kalanların veya ağır sanayi bölgesinde yaşayanların keçiboynuzu tüketimine mutlaka önem vermeleri gerekmektedir. Çünkü keçiboynuzu vücuttan ağır-metallerin atılmasında oldukça etkilidir.
 
Değerli okuyucu, teknolojinin ilerlemesi insana değişik kolaylıklar sağlamaktadır. Çeşitli hazır besinler günlük hayatımızda, iş yerimizde, mutfağımızda, çocuklarımızın okul kantinlerinde, hatta benzin istasyonlarının marketlerinde bile dikkat çekici durumda bize sunulmaktadır. Teknolojinin sunduğu bu tür kolaylıklar, insanın sağlıklı beslenmesine karşı hazırlanmış tuzaklardır.
 
Örneğin, çoğumuz televizyon karşısında atıştırmak üzere hazırlanmış sağlığımıza zarar veren ürünleri kullanıyoruz. Oysa bunların yerine televizyonun karşısında birkaç tane yavaş yavaş tüketeceğiniz keçiboynuzu hem keyif vericidir hem de sağlıklıdır. Birkaç zaman sonra vücudunuzda bunun olumlu etkilerini hissetmeye başlayabilirsiniz. Eğer, şeker hastasıysanız hiç çekinmeden günde birkaç tane çiğ olarak keçiboynuzu tüketebilirsiniz. Kan şekeriniz yükselmeyecektir. Çiğ olarak tüketilen harnubun, kan şekerini yükseltemeyeceğini bulduğumda hiç şaşırmadım diyebilirim. Çünkü bu özelliğinin içerebileceği bazı etkin maddelerde saklı olduğu şüphesini uzun zamandan beri taşıyordum.
 
Harnupun sağlıklı ve dengeli beslenmede çok önemli bir yeri vardır. Çok düşük oranda yağ içermektedir. Düşük kalorilidir. Yenildiği zaman insanı uzun zaman tok tutar. İshale karşı mükemmel bir takviyedir. Kabızlık şikâyeti olanların da tüketmesi gereken bir meyvedir. Belirli bir dönem keçiboynuzu tüketenler, sindirim sistemlerinin nasıl harekete geçtiğini ve kabızlık problemlerinin de yavaş yavaş ve düzenli bir şekilde nasıl ortadan kalktığını hayretle görebileceklerdir. Kısaca, hem ishal hem de kabızlık şikâyetlerine karşı kullanılır. Dengeli ve sağlıklı beslenmenin bilincinde olan birçok bilim adamı tanıyorum. Bu kişiler çikolata, kek veya kremalı pasta yerine harnupu tercih etmektedirler.
 
Nefes darlığı ve astım
Keçiboynuzu, Anadolu’da harnup olarak da bilinir. Batı Akdeniz bölgesinde kısaca “boynuz” da denilmektedir. Keçiboynuzunun en büyük özelliği nefes darlığına karşı oldukça etkili olmasıdır. Keçiboynuzunun nefes darlığına karşı etkili olan etkin maddesi hemen hemen başka hiçbir bitkide bulunmamaktadır. Bu etkin madde aynı zamanda bazı alerjik astım rahatsızlıklarında öylesine etkilidir ki, kullanmaya başladıktan hemen sonra sonuç almak mümkün olabilmektedir.
 
Ayrıca, alerjinin neden olduğu nefes darlığı problemlerinde büyük bir başarıyla uygulanabilir. Alerjik nefes darlığı çeken birçok insan tanıdım. Bu insanlar yılın belli mevsimlerinde kortizon tedavisinden başka çare bulamıyorlar, öksürük krizlerinin nedenli şiddetli olduğunu anlatıyorlardı. Keçiboynuzunu önerdiğim bu insanların çoğu daha hemen ertesi gün rahatlamaya başladıklarını söylediler. Çocuklarda, keçiboynuzu (harnup) kürünü uygularken dikkat edeceğiniz en önemli nokta günde bir defa ve sadece sabah kahvaltısı arasında tüketilmesidir. Öğle veya akşam uygulanmaması gerekir. Guatr rahatsızlığından dolayı nefes darlığı çekenler de bu kürden olumlu sonuçlar aldıklarını belirtmişlerdir.
 
   Tablo: Keçiboynuzunda bulunan bazı etkin maddeler

 

Alpha-aminopimelic acid
Concanavalin
Beta-D- glucolgallin
Myo-inositol
Beta-D-...galloylglucose
Pentosane
Capronic acid
Primverose
Catechin-tannin
Tanin
Ceratose
Tocopherol
Chiro-inositol
Xylose
 
Keçiboynuzunun içerdiği gallik asit insan sağlığı üzerinde çok yönlü özellikleri olan bir maddedir. Bu özelliklerinden bazıları aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Bu tablodan da görüldüğü gibi gallik asit çok yönlü bir maddedir. Bu maddenin belirtilen bu özelliklerini artıran ve takviye eden keçiboynuzunda bulunan promotor maddelerdir.
 
 Tablo: Gallik asitin etkin özellikleri

 

Analgesic
Ağrı kesici
Antiallergenic
Alerjiye karşı
Antiasthmatic
Astıma karşı
Antibacterial
Bakteri yok edici
Antibronchitic
Bronşite karşı
Anticancer
Kansere karşı
Antihepatotoxic
Karaciğeri toksinden arındırıcı
Antioxidant
Serbest radikalleri yok edici
İmmunostimulant
Bağışıklık sistemini stimüle eden
Antiviral
Mikroplara karşı etkili
Antiseptic
Antiseptik
Cancer-preventive
Kansere karşı koruyucu
Antinitrosaminic
Nitrozamin yok edici
Bronchodilator
Bronş genişletici
Antipolio
Çocuk felcine karşı
 
Akciğer ödemine karşı keçiboynuzunun desteği bulunmaz bir imkândır. Akciğerlerde oluşan ödeme karşı spesifik olarak etkilidir. Balgam söktürücü ve astıma karşı tedavi edici gücü çok fazladır.
 
Sigara içenler keçiboynuzu kürüne başladıktan bir kaç gün sonra nasıl balgam çıkardıklarını hayretle gözleyebileceklerdir. Keçiboynuzunun, insanlığın korkulu rüyası olan akciğer kanserini önlediğini gördüğüm zaman heyecanımdan günlerce uyku uyumadığımın farkına bile varmamıştım. Keçiboynuzunun bu koruyucu ve önleyici özelliği tabiat ananın insanlara olan bir lütfudur. Ödemli akciğer kanseri hastalarda, ödemin uzaklaştırılmasında keçiboynuzunun olumlu etkisi hiç de yabana atılmayacak kadar önemlidir.
 
Keçiboynuzu, akciğer kanserini önleyen mükemmel bir meyvedir. Ancak, akciğer kanserine yakalanmış olanlar için tedavi etme gücü çok zayıftır. Burada da belirtmekte tekrar fayda görüyorum. Bir bitkinin hastalığı önleyici özelliğiyle o hastalığı tedavi etme özellikleri birbirlerinden farklı şeylerdir. Keçiboynuzu kürü insan vücudunda bulunan OGG1 (8-OxoGuanine DNA Glycosylase) enzimini aktive etme özelliğine sahiptir. OGG1 enzimi, akciğer kanserinin oluşumunda oldukça etkilidir. Akciğer kanserine yakalanmış hastalarda OGG1 enziminin aktivitesinin düşük olduğu gözlenmiştir.
 
Yapılan klinik deneyler OGG1 enziminin aktivitesinin düşük olması durumunda, akciğer kanserine yakalanma riskinin on misli artış gösterdiğini ortaya koymuştur. Keçiboynuzu (harnup) kürü OGG1 enziminin aktivitesini yükselterek, bu kanser türüne karşı güçlü bir önleyici özellik göstermektedir. Sigara içenler zaman zaman kürünü uygulamaları halinde keçiboynuzunun akciğer kanserine karşı önleyici gücünden büyük faydalar göreceklerdir.
 
Keçiboynuzu aynı zamanda hareketli sperm sayısını arttıran özelliğe de sahiptir. Aktif sperm sayısı az olan ve az sperm sayısından dolayı çocuğu olmama riski yüksek baba adaylarının kullanmasında çok büyük fayda vardır. Kısaca, sperm sayısı az olanlar için ideal bir bitkisel çözümdür. Bugüne kadar hareketli (aktif) sperm sayısının azlığından dolayı baba olamayan onlarca insan tanıdım, hemen hemen hepsi de keçiboynuzu kürünü uyguladıktan dört-beş ay sonra baba olacaklarını müjdelemek için beni aramışlardır.
 
İsviçreli çok yakın bir aile dostum aynı sorunla karşı karşıyaydı. Kendisi uzun yıllar bu konuda çok değişik tedaviler görmüş ve sonuç hep başarısızlıktı. Kendisine keçiboynuzu kürünü önerdiğim zaman bana tereddütle bakarak “Şaka yapıyorsun herhalde” demişti. Ne de olsa 13 yılın verdiği başarısızlık ve ümitsizlik vardı. Ama bu konuda çok ciddi araştırma sonuçlarımın olduğunu söyledim. Bunun üzerine derhal uygulamaya karar verdi. Türkiye’den keçiboynuzu getirttim ve kullanmaya başladı. Kullanmaya başladıktan beş ay sonra baba olabileceğini öğrendiğinde mutluluğunu ilk benimle paylaştı. Bir kaç ay sonra bana keçiboynuzunun içerdiği ilgili etkin maddenin ne olduğunu sordu ve bunu hemen ilaç sanayine kazandırabileceğimi ve ticari olarak da iyi para kazanabileceğimi söyledi. Ben de bitkiler üzerine yaptığım tüm çalışma ve araştırmalarımı insanlığın hizmetine karşılıksız olarak sunduğumu ve herhangi bir beklentimin olmadığını söyledim. Şu anda meslektaşım üç çocuk sahibi olmanın mutluluğunu yaşıyor.
 
Keçiboynuzu ve sperm hareketliliği
Erkeklerdeki sperm sayısının 40 milyon/ml veya yukarısı normal değerdir. Bu sayı azaldıkça kadının hamile kalabilme olasılığı da azalır. Mühim olan sadece sperm sayısı değildir. Sperm sayısı normal düzeyde (40 milyon/ml ve yukarısı) olsa bile, eğer hareketli sperm sayısı az ise bu takdirde kadının hamile kalma riski de azalır. Spermlerin hareketliliği de önemlidir. Toplam sperm sayısı 7-8 milyon/ml civarında olup da baba olan birçok insan tanıyorum. Bu nasıl oluyor?
 
Uygulanan keçiboynuzu kürü, düşük seviyede olan 7-8 milyon/ml içerisindeki hem hareketli sperm sayısını yükseltiyor hem de hareketli spermleri daha hareketli duruma getiriyor. Bir taraftan az sayıdaki hareketli sperm sayısını yükseltmekte diğer taraftan da mevcut hareketli spermlere daha fazla hareketlilik kazandırmaktadır. Normal sperm sayısı oldukça düşük olmasına rağmen, spermlerin belli bir yüzdesinin hareket hızı yükseldiğinden yumurtaya ulaşma oranı yükselmektedir. Bu sayede sperm sayısı normal sayının altında olmasına rağmen hamilelik başlayabilmektedir.
 
Keçiboynuzu ve sperm acrosome aktivitesi
Hamileliğin oluşabilmesi için sperm sayının normal düzeyde olması gerektiğini belirtmiştim. Bazı durumlarda toplam sperm sayısı normal seviyesinde olduğu halde ve hareketli sperm sayısı da normalken hamilelik çok zor gerçekleşebilmektedir. Bunun sebebi nedir? Spermlerin baş kısmında bir kesecik bulunmaktadır. Bu keseciğe acrosome denir. Bu keseciğin içerisinde çok sayıda değişik enzimler bulunmaktadır. Sperm, yumurtaya temas ettiği anda, acrosome içerisindeki enzimler yumurtanın membranını (zarını) parçalarlar (çözerler, eritirler) sperm yumurtanın içerisine girer ve döllenme başlar.
 
İşte, yumurta zarıyla temas eden sperm-acrosomunun içerdiği enzimler yeterli aktiviteye sahip değillerse, yumurtanın membranını (zarını) parçalayamazlar (eritemezler, çözemezler). Ve yumurtanın döllenmesi mümkün olmaz. Görülüyor ki, hareketli sperm yumurtaya ulaştığı halde döllenme mümkün olmayabilmektedir. İşte, keçiboynuzu kürü hem hareketli sperm sayısını artırmakta, hem hareketli spermleri daha hareketli kılmakta ve hem de spermin baş kısmında bulunan acrosome içeriğindeki enzimlerin aktivitesini yükselterek, yumurta zarının parçalanmasına imkân sağlamaktadır.
 
İktidarsızlığa karşı adeta mucize çözüm keçiboynuzudur. Keçiboynuzu kürünün etkisini viagrayla mukayese etmek mümkün değildir. Keçiboynuzu kürü, iktidarsızlık için viagranın bir gecelik getirdiği çözüme karşı bir defalık veya bir gecelik çözüm getirmemektedir. Aksine, iktidarsızlığı tedavi ederek uzun bir zaman dilimi içerisinde kalıcı çözüm getirmektedir. Dönem dönem uygulanacak kürle de iktidarsızlığı ortadan kaldırabilmektedir. Bu kür İktidarsızlık çeken erkeklerin hiç çekinmeden kullanabilecekleri bir kürdür. Herhangi bir yan tesiri olmayan bu uygulama, iktidarsızlık şikâyetleri olan erkekler için ideal bir yardımcıdır. Viagranın belirtilen yan tesirlerinin hiçbiri keçiboynuzu küründe yoktur.
 
Keçiboynuzu kürü uygulanırken, iktidarsızlığa karşı etken olan etkin maddelerinin önce vücutta depolanmaları gerekir. Bu etkin maddeler vücutta ancak belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra hücre içindeki transformasyon mekanizmasını harekete geçirerek (uyararak) etkilerini göstermeye başlarlar. Hücre içinde etkinliğini (aktifliğini) kaybetmiş olan bazı enzimleri aktive ederek şikâyetlerin ortadan kalkmasına neden olurlar. Etkin maddelerin, vücudumuzda depolandıktan sonra etkilerini göstermeye başlamaları hemen hemen bütün bitkisel kürler için geçerlidir. Kürün uygulanması esnasında etkin maddelerin önce vücudumuzda depolanması gerektiğinden genel olarak tüm bitkisel kürlerin sonuca ulaşması (etki edebilmesi) zaman almaktadır. Bu nedenle bitkisel kürleri uygularken sabırlı olmak gerekir.
 
Bu kürü uygulamak isteyen şeker hastalarının önce hekimlerine danışmaları gerekir. Çünkü keçiboynuzu fazla miktarda şeker içermektedir. Yaklaşık 85.000 ppm fruktoz, 95.000 ppm glikoz 215.000 ppm sakaroz içerir. Diğer bir ifadeyle eğer 100 gram keçiboynuzu tüketilirse yaklaşık 8,5 g fruktoz, 9,5 g glikoz ve 21,5 g sakarozu vücudumuza almış oluruz. Bu kürü uzun müddet uygulayanların göz ardı etmemeleri gereken bir nokta da, bir miktar kilo aldırmasıdır. Değerli okuyucu, aşağıdaki uygulama şekillerinden herhangi birine göre keçiboynuzu kürünü uygulamaya karar verirseniz ya da keçiboynuzunu çiğneyerek tüketirseniz kan şekerinizin yükselmeyeceğini biliniz.
Şeker hastalarının birçoğu keçiboynuzunun kan şekerlerini yükselteceğini düşünürler, halbuki bu yanlış bir düşüncedir. Kan şekerini yükselten keçiboynuzunun pekmezidir. Bu nedenle şeker hastalarının keçiboynuzu pekmezini tüketirken dikkatli olmaları ve hekimlerine danışmaları gerekir. Tekrar belirtmekte fayda görüyorum, aşağıda belirtmiş olduğum uygulama şekillerine göre, haşlanmış keçiboynuzu suyu şeker hastalarının kan şekerini yükseltmemektedir.
 
Çok sık karşılaştığım bir soru da şudur: “Keçiboynuzu fruktoz, glikoz ve sakaroz gibi şeker çeşitlerini bol miktarda içerdiği halde, çiğ olarak tüketildiğinde veya haşlama suyu içildiğinde nasıl oluyor da kan şekerini yükseltmiyor? ” Bu sorunun cevabı, keçiboynuzunun aynı zamanda şeker dengeleyici etkin maddelere sahip olmasında yatmaktadır. Keçiboynuzu pekmezi hazırlanırken şeker dengeleyici etkin maddeler büyük bir oranda yok olduğundan pekmez kan şekerini yükseltmektedir. Birçok kimse, pekmezinde de aynı şifa gücü vardır diyerek keçiboynuzu kürlerini pekmeziyle yapmaktadırlar. Bu düşünce doğru değildir. Keçiboynuzu pekmezi belirtmiş olduğum rahatsızlıklara karşı en fazla %20 oranında etkilidir.
 
Yeri gelmişken önemli bir noktayı açıklamakta fayda görüyorum. Keçiboynuzunu kesinlikle on dakikadan fazla haşlamayınız. On dakikanın üzerindeki haşlama süresinde kan şekerini yükseltme riski başlamaktadır. Aşağıda vermiş olduğum uygulama şekillerinde haşlama süreleri, uygulanacak olan küre göre üç ile sekiz dakika arasında değişmektedir. Dikkat edilecek olursa, keçiboynuzuyla ilgili olarak belirtmiş olduğum hiçbir kürde sekiz dakikanın üzerinde haşlama süresi yoktur.
 
İyi huylu prostat büyümesi (benigne prostate hyperplazy) şikâyeti olanların zaman zaman keçiboynuzunu çiğ olarak tüketmeleri çok faydalıdır. Çünkü keçiboynuzu, iyi huylu prostat büyümesine neden olduğu bilinen 5-alpha-reductase enziminin aktivitesini düşüren (inhibe eden) beş tane etkin maddeye sahiptir. Bu etkin maddelerden en önemli iki tanesi palmitic acid ve stearic aciddir. 5-alpha-reductase enziminin aktivitesi ne kadar yüksekse iyi huylu prostat büyümesi (benigne prostate hyperplazy) o kadar hızlı gelişir. Prostatın büyümesi bir takım şikâyetleri de beraberinde getirmektedir. İyi huylu prostat büyümesinin neden olduğu şikâyetlerin başında idrar yapma zorluğu, idrar kesesini tam boşaltamama, sık sık idrara çıkma isteği, geceleri birden fazla idrara kalkma ve idrar yaparken çatallanma veya fıskiye şeklinde gelir.
 
Değerli okuyucu, kitapta belirtilen tüm uygulamaları size önerildiği şekilde hazırlayınız ve uygulayınız. Uygulama sürelerine ve miktarlarına uyunuz. Tabiat ana bir denge, nizam ve kural üzerine kuruludur ve belirli kurallara göre çalışmaktadır. İnsan da tabiat ananın bir parçası olduğuna göre insan vücudu da aynı şekilde belirli dengeler çerçevesinde çalışmaktadır. Örneğin, demir. Demir, insan vücudu için hayati önem taşıyan bir maddedir. Demirin eksikliği de, fazlalığı da insan vücudu için zararlıdır.
Bazı insanlar vitaminlerin çok faydalı olduklarına inandıklarından vitamin haplarını fazla fazla kullanırlar. Çünkü fazlasının insan vücuduna zarar vermediğini zannederler. Unutmayınız ki, vitaminlerin eksikliği sağlığımız açısından hayati önem taşırken, fazlası da vücudumuza zarar verir. Aynı şekilde size önerilen bitkileri de belirtildikleri şekilde kullanmak gerekir. Daha çabuk sağlığıma kavuşurum düşüncesiyle fazla kullanmak yanlıştır. Doğru olan, hastalığın ve şikâyetlerin durumuna göre önerilen kürü dönem dönem tekrar etmektir
 
Değerli okuyucu, keçiboynuzunun değirmende öğütülerek un haline getirilmiş ve hazır paketlenmiş şeklini bulmak mümkündür. Keçiboynuzunun pekmezi de satılmaktadır. Her ikisi de kitabımda bahsettiğim kürler için uygun değildir. Çünkü öğütülme (un haline getirme) esnasında havayla temas eden bir ok etkin madde oksitlenerek veya havanın oksijeniyle reaksiyona girerek tedavi edici özelliğini kaybetmektedir. Keçiboynuzu pekmezinin de aynı derecede etkili olabilmesi için üretimi esnasında uygulanması gerekli bazı kurallar vardır. Bu kurallar yerine getirildiği ve önlemler alındığı takdirde keçiboynuzu pekmezi de aynı amaçla kullanılabilir hale getirilebilir. Ancak, piyasada mevcut hiçbir marka henüz amaca uygun üretim yapamamaktadır.
 
Keçiboynuzu pekmezi yapılırken uzun müddet kaynatıldığı için, içerdiği birçok etkin madde özelliğini kaybetmekte veya şifa veren gücü önemli ölçüde zayıflamaktadır. Bu nedenle, kitabımda bahsettiğim keçiboynuzu kürlerinden başarılı sonuç alabilmek için onun tabii halini kullanmak gerekir. Aktarlarda bu amaçla tabii haldeki keçiboynuzunu bulmak mümkündür. Hem daha ucuz hem de çok daha etkilidir. Aktarlardan keçiboynuzunu alırken dikkat etmeniz gereken nokta kırılmamış, ezilmemiş ve parçalanmamış olmalarıdır. Kısaca, satın alacağınız keçiboynuzlarının bütün halinde olmasına özen gösteriniz.
 
Kür amaçlı kullanılacak keçiboynuzunun pekmezi veya çiğ olarak tüketilmesi uygun değildir. Ancak, şikâyetiniz kabızlık veya ishalse bu durumda çiğ olarak tüketilmesi gerekir. Söz kabızlıktan açılmışken, ayva çiğ olarak tüketildiği takdirde kabızlığı tetikleyen bir meyvedir. Eğer, pazardan aldığınız ayva çok sertse, onu kabızlığa karşı kullanabilirsiniz.
 
Yarım litre kaynamakta olan suyun içerisine orta büyüklükteki ayvayı kabuklarını soymadan ortadan en az dörde bölerek atınız. Kaynayan suyun içerisine atmadan çekirdeklerini mutlaka çıkartınız ve hafif ateşte sadece dört dakika haşlayınız. Ilımaya bırakınız. Ilık olarak suyunu içiniz. Arzu edilirse pişmiş ayva parçalarını da tüketebilirsiniz. Hem çiğnemesi kolaydır, hem bağırsak florasını düzenleyicidir, hem de sindirime yardımcıdır. Bu amaçla halk arasında “ekmek ayvası” olarak bilinen cinsini kullanmayınız. Bu özellik sert ayvada vardır.
 
Akciğer kanseri ve keçiboynuzu
Değerli okuyucu, akciğer kanseri hastalarında radyoterapiye bağlı fibroz doku oluşabilmektedir. Fibrotik dokunun oluşması neticesinde ödem oluşabilmekte ve bu durum hastanın yaşam kalitesini oldukça zorlaştırmaktadır. Fibroz doku oluşumu aynı zamanda öksürüğü de tetikleyerek hastanın şiddetli öksürük krizleri yaşamasına neden olabilmektedir. Ayrıca, fibroz dokunun oluştuğu bölgede sekresyon (vücut sıvısının salgılanması) artışı olduğundan öksürükle beraber sarı renkli sekret sıvı da dışarı atılmaktadır.
 
Genel olarak, akciğerde oluşan ödemi uzaklaştırmada keçiboynuzu kürü mükemmel bir yardımcıdır.

Kür 1: Genel nefes darlığı, alerjik nefes darlığı ve soğuk alerjisi durumunda
Orta büyüklükteki keçiboynuzundan 6-7 tanesini önce soğuk su altında yıkayınız. Daha sonra bunları küçük küçük (3-4 cm uzunluğunda) kırarak, kaynamakta olan yarım litreye yakın suyun içine atınız. Hafif ateşte 7-8 dakika kaynatınız. Soğuduktan sonra süzerek suyunu cam şişeye doldurunuz. Buzdolabında en fazla üç gün beklete- bilirsiniz.

Hergün sabah kahvaltısı arasında ve akşam yemeğinden önce bir çay bardağı içilir. Yaklaşık yarım litre olarak hazırladığınız keçiboynuzu suyu üç gün buzdolabında bozulmadan korunabilir. Her üç günde bir, taze olarak hazırlamanız gerekecektir. Hiç ara vermeden 20 gün uygulayınız. Yirmi gün tamamlandıktan sonra aynı şekilde hiç ara vermeden 15 gün devam ediniz. Onbeş günlük kürü uygularken bir çay bardağı içerisine bir küçük çay kaşığı bal ilave edip karıştırınız, sabah kahvaltınız arasında ve akşam yemeğinden önce birer çay bardağı içiniz. Keçiboynuzu kürünü uygularken sabah kahvaltınızda ayrıca bal tüketmeyiniz.

Dikkat: 5 ile 12 yaş arasındaki çocuklarda nefes darlığı veya alerjiye bağlı nefes darlığı söz konusu ise, bu taktirde uygulama 1’ e göre sadece bir çay bardağı sabah kahvaltısı arasında içilecektir. Akşam yemeklerinde içilmeyecektir
Dikkat: Bu kürü uygularken kahvaltıda ayrıca bal tüketmeyiniz. Daha güçlü olur diye bir çay kaşığından daha fazla bal ilave etmeyiniz.

Kür 2: Akciğer kanserini önleyici olarak
Kür 1 den en önemli farkı ve dikkat edilmesi gereken nokta kaynama süresidir. Soğuk su altında 6-7 adet keçiboynuzunu yıkadıktan sonra 600-650 ml (yarım litreden biraz fazla) kaynamakta olan suyun içine kırarak atınız. 3-4 dakika hafif ateşte ağzı kapalı olarak kaynadıktan sonra 20 dakika soğumaya bırakınız. Yirmi dakika sonra harnup parçalarını temiz bir kaşık ile kabın içerisinden çıkartınız. Soğuduktan sonra temiz bir kaba suyunu alınız. Her ay 4 gün, sabah ve akşam birer çay bardağı içilir.

Kür 3: Hareketli sperm sayısını ve kalitesini artırıcı ve de erkeklerdeki iktidarsızlığa karşı
Kaynamakta olan yaklaşık yarım litre suya 6–7 adet keçiboynuzunu küçük küçük kırarak atınız. Ağzı kapalı olarak hafif ateşte 3 dakika kaynatınız. Kaynama süresi tamamlandıktan sonra ocağın altını kapatınız ve 20 dakika dinlendiriniz. Dinlenme süresi tamamlandıktan sonra kaşıkla keçiboynuzu parçalarını çıkartınız. Soğuduktan sonra yarısını sabah aç karna, diğer yarısınıda akşam yatağa giderken içiniz. Bu uygulamaya bir hafta boyunca hergün devam ediniz. Birinci haftadan sonra 3 ay boyunca hergün akşam yatağa giderken bir su bardağı içiniz. Daha sonraki aylarda zaman zaman uygulayınız.

Kür 4: Akciğer ödemine karşı
Kaynamakta olan yaklaşık yarım litre suya 6–7 adet keçiboynuzunu küçük küçük kırarak atınız. Ağzı kapalı olarak hafif ateşte 6 dakika kaynatınız. Kaynama süresi tamamlandıktan sonra ocağın altını kapatınız ve 15 dakika dinlendiriniz. Dinlenme süresi tamamlandıktan sonra kaşıkla keçiboynuzu parçalarını çıkartınız. Soğuduktan sonra üçte birini sabah aç karna, üçte birini öğlen aç karına, son kalan üçte birini de akşam yatağa giderken içiniz. Bu uygulamaya bir hafta boyunca hergün devam ediniz. İkinci haftadan itibaren haftada dört gün ödem tamamen bitene kadar kür uygulamaya devam edilir.

Kereviz
Kereviz


Değerli okuyucu, hep düşünmüşümdür, neden kerevizde, kimyası birbirlerinden bu kadar farklı madde birarada toplanmıştır diye... Neden başka hiçbir sebzede bu kadar farklı madde yok? Yaratıcı, kerevize neden bu kadar çok cömert davranmış? Hiçbir sebzede bu kadar çok değişik biyolojik aktivite gösteren etkin madde yoktur.

Gerek kokusu nedeniyle, gerekse de damağa pek hitab etmeyen tadından dolayı, ender tüketilen bir sebzedir. Kerevizin kendine özgü kokusunu veren içerdiği phthaliden maddesinden kaynaklanmaktadır.

Kereviz, karaciğerin bilinen tüm sebzeler içerisinde birinci sırayı alan dostudur. Kerevizin bu özelliğinden dolayı yerini hiçbir sebze dolduramaz.  Karaciğer, insan vücudundaki en önemli ve çok fonksiyonlu çalışan bir organdır. Kan dolaşımının, sindirimin, kan pıhtılaşmasının, hormon dolaşımının ve de pek çok biyokimyasal reaksiyonların oluşmasında  (metabolizma) rol oynayan ve destek çıkan organımız karaciğerdir. Kısaca, karaciğer çok yönlü işlevleri olan bir organımız. Bu çok yönlü işlevlerinin olması nedeniyle de karaciğerin sağlıklı çalışması büyük önem kazanmaktadır. İşte, kerevizin karaciğer metabolizmasının sağlıklı çalışmasındaki etkinliği hiçbir sebzenin yerine getiremiyeceği bir özelliktir. Siroz hastaları için kereviz mükemmel bir destekleyicidir diyebilirim.

Kerevizin siroz hastalığını önleyici özelliğinin olması nedeniyle, siroza dönüşebilme riski olan örneğin Hepatit B ve Hepatit C hastalarının ve de alkol kullanma alışkanlığı olanların haftada en az bir defa kereviz tüketmeleri siroza yakalanma veya dönüşme riskini büyük ölçüde engellemiş olacaklardır. Kerevizin tüketilmesi tabiki bir kür olarak düşünülmelidir. Kerevizin yağ, tuz, soğan ve bazı baharatlar ilave edilerek yapılan yemeğinden siroz hastalığına karşı önleyici ve iyileştirici özelliğinden faydalanmak mümkün değildir. Karaciğer metabolizması sağlıksız çalışanların veya karaciğer yorgunluğu olanların kerevizi mutfaklarından eksik etmemelerini öneririm.

Gut hastalığı
Gut hastalığına yakalanmış olanların uygulayacakları kereviz kürü mükemmel bir yardımcıdır. Kürünü uygulamaya başladıktan birkaç gün sonra rahatlayabilmektedirler. Gut hastalığı, eski tarihlerden beri Avrupa ülkelerinde zengin hastalığı olarak  bilinirdi. Bunun nedeni ise zenginlerin bol bol et tüketmelerinden kaynaklanmaktadır. Büyük İskender, Michelangelo ve Darwin gibi ünlüler gut rahatsızlığı çekmişlerdir. Birinci ve ikinci dünya savaşı sonrası pek ender görülmüştür. Bunun nedenide savaş sonrası yeterli miktarda etin bulunamamasıydı. Günümüzde sebepleri çok iyi bilinen bu hastalığın modern tıp tarafından tedavisi, verilen ilaçlar ile kolayca mümkündür. Ancak, tekrar etme riski olan bir hastalıktır. Gut şikâyeti olanların deniz ürünlerinden uzak durmaları gerekir. Özellikle karides, ahtapot ve kalamar. Kırmızı et tüketiminde de ölçülü olmaları gerekir. Haftada 2-3 defa öğünlerinizde tüketeceğiniz kereviz, gut hastalığınızı kontrol altına almanızda mükemmel bir destekleyici olacaktır. Kerevizi hazırlarken her türlü baharattan, salçadan uzak, az suda az haşlayıp çok az sıvı yağ ilave ederek hazırlamak gerekir.  Kereviz kürünü uygularken içine başka sebze ilave etmeyiniz.

Uyarı:
Her hangi bir nedenle tek başına kereviz kürünü uzun müddet (on günden fazla) uygulamak durumunda iseniz, tansiyonunuzu (kan basıncı) zaman zaman ölçtürmeniz gerekir. Çünkü, kereviz kürü uzun müddet kullanıldığı zaman bazı hastalarda tansiyonu yükseltebilmektedir.  Bu nedenle tek başına kereviz kürü uygulamak durumunda olanların tansiyonlarını sık sık kontrol ettirmeleri gerekir. Eğer, tansiyonda bir yükselme gözleniyor ise, kereviz kürünü uygulamaktan vazgeçmeleri gerekir. Özellikle, yüksek tansiyon hastalarının kereviz kürünü uygulamadan önce hekimlerine mutlaka danışmaları gerekir.

Siroz ve Gut hastalığında önleyici ve tedavi edici
Üç ay boyunca, haftada üç defa birer porsiyon kereviz tüketilecek. Bir porsiyon yaklaşık 300 – 350 gram varsayılmıştır. Kerevizin pişirme süresi de çok önemlidir. Altı – yedi dakika haşlanacaktır. İnce dilimlenmiş 300 – 350 gram kerevizi kaynamakta olan iki-üç bardak (300-350 ml) suda  altı-yedi dakika ağzı kapalı olarak hafif ateşte haşlayınız. Haşlanmış kerevizin kendisi ve suyu öğle veya akşam yemeklerinden yarım saat önce aç karna tüketilir. Kerevizin kendisini yemekten hoşlanmayanlar için uygulama şekli ise; Yarım litre kaynamakta olan suya (yaklaşık iki su bardağı) ince dilimlenmiş 300 – 350 gram kereviz ilave edilir ve ağzı kapalı olarak hafif ateşte yedi dakika pişirilir. Sadece suyu gün boyu içilir. Daha çok öğle ve akşam yemeklerinden yarım saat önce içmeyi tercih ediniz. Kesinlikle ne tuz ne yağ ne de benzeri herhangi bir madde ilave etmeyiniz.

Kansızlık şikayetlerine karşı (demire bağlı anemi)
 
Kullanılacak olan malzeme 250 gr taze ıspanak ve 200 gram kabuğu soyulmuş kerevizdir.Kaynamakta olan bir litre klorsuz suyun içersine 200 gram ince dilimlenmiş kerevizi atınız ve ağzı kapalı olarak kısık ateşte on dakika haşlayınız.On dakika tamamlandıktan sonra üzerine 250gram ıspanağı ilave ediniz ve yine ağzı kapalı olarak beş dakika daha haşlamaya devam ediniz.Daha sonra soğumaya bırakınız.Soğuduktan sonra süzerek suyunu temiz bir şişeye koyunuz.Sabah aç karnına veya kahvaltıdan bir saat sonra bir su bardağı içilir.Akşamda aç karnına veya akşam yemeğinden bir saat sonra bir su bardağı içilir.Onbeş gün müddetle sabah ve akşam içimleriyle gün atlamadan devam edilir.Onbeş gün sonra on gün ara  verilir.On gün aradan sonra aynı şekilde tekrar sabah ve akşam olmak üzere onbeş gün devam edilir.Toplam otuz günlük uygulamayla kür tamamlanmış olur.

Kurutulmuş kiraz sapı
Kurutulmuş kiraz sapı

Doğa asla çöp üretmez
Değerli okuyucu, bu başlığı özellikle seçtim. Doğa kesinlikle çöp üretmez. Doğal canlı yaşamda atık yoktur. Ne tür bir canlı (insan, hayvan, bitki, bakteri) olursa olsun, herbirinin atığı bir başka canlının gereksinimidir. Bu gereksinim, doğanın dengesini kurar.  Bir başka deyişle doğadaki her canlı bir başka canlıya muhtaçtır. Hiçbir canlı yoktur ki, bir başka canlıya ihtiyaç duymadan yaşamını sürdürebilsin.
 
Geçmişte çöp deyip, çöp tenekesine attığımız çok sayıda atık, çöp olmaktan çıkmış bir ihtiyaç haline gelmiştir. Kaldıki, ne patatesin kabukları, ne enginarın yaprakları, ne kerevizin sapları veya yaprakları ne de şu sıralar milyarlarcası tekrar toprağa düşen çeşit çeşit yaprak bir çöp değildir. Eğer, onlardan faydalanamıyorsak, hakkında ilim sahibi olmadığımızdandır. Yani, araştırılmamış olmasıdır. Doğa, insanoğlu için sınırsız bir araştırma kaynağıdır. Sizlere bugün, bir zamanlar çöp (atık) bilip, çöp tenekesine attığımız kiraz sapını örnek vermek istiyorum.
 
Kurutulmuş kirazsapı ve armutun bir türünün sapları, yaklaşık onbeş yıldan beri geriye dönerek tekrar tekrar ele alıp üzerinde çalıştığım bitki kısımlarıdır. Kolay kolay da bu çalışmalarımın sonlanacağını düşünemiyorum. Çünkü, kurutulmuş kiraz sapının kendine özgü basit bir kimyasal yapısı ve mükemmel bir biyokimyası vardır. Karmaşık olmayan, düzenli ve belirgin bir selülozik yapıya sahiptir. İçerdiği etkin maddelerin azlığı ve bağımsızlığı onu tedavi amaçlı kullandığımız takdirde çok güçlü kılmaktadır. Bu özelliği, bugüne kadar incelediğim ve araştırdığım hiçbir bitkide görmedim. 
 
O, ayaklarda oluşan ödemlere karşı ideal bir yardımcıdır. Kiraz saplarını kaynatıp içmek hem dolaşımı kolaylaştırmakta, hem toksin atmakta hem de vücutta oluşan şişliği (özellikle yüz kısmında) yok etmektedir.
 
Bayanlar için
Adet dönemlerinde pek çok bayan vücutlarında oluşan şişmelerden (özellikle yüz bölgelerinde) şikayetçidirler. Estetik açıdan can sıkıcı olan bu durumdan kurtulmanın en kolay yolu kurutulmuş kiraz sapıdır. Kurutulmuş kirazsapı kürü, adet dönemlerinde gelişen vücut ödemlerine karşı etkili bir kürdür. Adet dönemlerinde ödem şikâyeti yaşayan bayanlar için özellikle önermekteyim.
Romatoid artirit durumunda
Romatizma şikayetlerine karşı kurutulmuş kiraz sapı ile dişi ısırganın beraberce hazırlanan kürü, mükemmel bir yardımcı tedavi imkânı sunmaktadır. Bu kürün gücünü, kullanmakta olan çok sayıdaki romatizma hastası çok iyi bilmektedir. Siz değerli okuyucularıma, ısırgan konusunu bu köşede işlerken kurutulmuş kiraz sapı-dişi ısırgan kürünün hazırlama ve uygulama şeklini yazacağım.
 
Erkekler için
Rezidü, idrar kesesindeki idrarın bir seferde tamamen boşaltılamaması demektir. Yani, idrar yaptıktan sonra idrar kesesinde bir miktar daha idrarın kalması anlamına gelir ki, kısa bir süre sonra tekrar tuvalete gitme ihtiyacı hissedilir. Orta yaşın üzerindeki erkeklerde görülen rezidü şikâyetlerinin ortadan kaldırılmasında iyi bir yardımcıdır. Sağlığınız daim olsun.
 
   
Kekik
Kekik
 
Kekik üzerine olan araştırmalarım henüz tamamlanmış değildir. Şimdiye kadar almış olduğum sonuçları burada sizinle paylaşmaktayım. Kekik üzerinde henüz kesinleşmemiş araştırma sonuçlarını da tamamladıkça buradan inşaallah sunmaya çalışacağım. 
 
Onu araştırmaya dokuz yıl önce başladım. Kekik, yaklaşık kırk yıldan beri geliştirmiş olduğum sistematiğe ideal bir şekilde uymaktadır. Etkin maddelerinin çok farklı kimyası var. İnsan vücudunda, aynı anda farklı metabolizmaları uyarıyorlar. Bu farklılıklar onun kullanma ve hazırlanma şeklinin pek kolay olmayacağı düşüncesini uyandırmıştı bende. Nitekimde de öyle oldu. Sizin için hazırlama ve kullanma şekli zor değil. Hem de çok kolay. Benim için hazırlama ve kullanma şeklinin nasıl olacağını araştırmak ve tanımlamak zor oldu. Ve bu zorluk halen de devam ediyor. Zorluk, söz konusu bazı hastalıklara karşı onun nasıl kullanılması ve hazırlanması gerektiğini ortaya koymakta yatıyor.
 
Onu kısık ateşte demlemeye başladığınız anda, çok şey değişiyor. Etkin maddeler hızla suya geçiyor ve farklı bir hastalık için önerilecek demleme sürelerini belirleme imkânı ortadan kalkıyor. Örneğin, kekiğin üç farklı hastalık için etkili olan maddeleri aynı zaman aralığında suya geçiyor. Demleme süresine bağlı değiller. Hepsi aynı anda suya geçiyor ve dolayısıyla da etkisi azalıyor. Mühim olan her etkin maddenin demle sürecinde farklı zamanlarda suya geçme özelliğini kullanarak, ilgili hastalık için kürün demleme süresini belirlemektir. Maalesef, böyle bir imkânı kekik vermemektedir.
 
Peki, çözüm nedir? Bu işin çözümü kolay olmasına rağmen, hazırlanmasında zorlukla karşılaşılmaktadır. Örneğin, adına A dediğimiz hastalığa karşı gerekli olan etkin maddeler ellibeş derece santigratta suya geçerken, yetmişsekiz derece santigratta, adına B hastalığı dediğimiz hastalığa karşı etkili olan etkin maddeler belirli sürede suya geçmektedir. İşte, zorluk bu noktada başlamaktadır. Örneğin, bir yemek kaşığı kekiği, yetmişsekiz derece santigratta suyun sıcaklığını sabit tutarak altı dakika bekletiniz denildiği takdirde, evinizin mutfağında bu kürü hazırlamak mümkün olmayacaktır. Ancak,  kekiğin çok kolay kullanılıp hazırlanabileceği bir özelliğini tanıtmak istiyorum.
 
Kekik ve mide bulantısı
Zaman zaman mide bulantısı çekiyorsanız, ilk aklınıza gelecek olan kekik olmalıdır. Hemen belirtmekte fayda görüyorum, uzun zaman ağzı açık beklemiş ve aroması uçmuş kekik bu amaç için uygun değildir.
 
Taşıt (araba, uçak, gemi) tutmasından şikâyet ediyorsanız, kekik imdadınıza yetişecektir.
 
Kemoterapi ve radyoterapi almış hastalar
Kemoterapi veya radyoterapi alan hastaların en sık karşılaştığı durumlardan bir tanesi de mide bulantısıdır. Bu durumda olan hastalara kekik tavsiye ederim.
 
Dikkat
Hamileliğinin ilk ayında olan bayanların ve tiroid problemi olanların uzak durması gerekir. Ayrıca mide ülseri olanların kekiğe karşı dikkatli olmalarını öneririm. Mide kanaması riski taşıyanların kekik tüketimiden kesin olarak uzak durması şarttır.
 
Dikkat
Kan-pıhtılaşma problemi olanların kekikten uzak durmaları gerekir.
 
Bir anım
Değerli okuyucu, bir dostum yakın bir akrabasıyla ziyaretime gelmişti. Akrabası, kırk yaşlarındaydı. Şikâyetiyse, ne tüketirse tüketsin hazımsızlıktan yakınıyordu. Tek bir zeytin dahi yese, yedikten birkaç dakika sonra şişkinlik başlıyormuş. Daha fazla bir şeyler yediğinde de mide ağrısıyla beraber öyle bir istifra nöbeti geliyormuş ki, o an ne yapacağını şaşırıyormuş. “Rahatlayana kadar çektiğimi bir Allah bilir, bir de ben biliyorum” diyordu.
 
Devamla şöyle anlatıyordu; “Bir gün öğleden sonra gene istifra nöbetim gelmişti, istifra ettiğimde domatesin ince zar kabuklarını gördüm. Kesin olarak biliyordum ki, ben o gün sabah ve öğlen domates yememiştim. Bir gün önceki akşam domates yemiştim. Anladım ki, midemde yediklerim aynen duruyordu. Gitmediğim hekim kalmadı. Önerilen tüm ilaçları kullandım. Bazı bitkiler önerildi onları da kullandım. Fakat hiçbir fayda görmedim. Bindiğim bir uçakta, istifra nöbetim geldi, mide ağrısı başladı, bir türlü çıkartamıyordum… İstanbul’a uçak indiğinde ben hala mide bulantısıyla beraber sancıdan kıvranıyordum. Havaalanı tuvaletinde bekledikten sonra rahatladım. Ve bu durum hala haftada birkaç kez devam ediyor. Bir şeyler yemeğe ve evden dışarı çıkmaya korkuyorum.” diye anlatmıştı.
 
Kendisine dağ kekiği kullanmasını, çayını yapıp içmesini önerdim. Bu kişi hala daha zaman zaman gelip teşekkür etmektedir.
 
Dağ kekiğini, Toroslardan bir tanıdığı kanalıyla getirtmiş ve kaynatıp çayını içmiş. İçtikten hemen sonra aldığı sonucu aynen şöyle tarif ediyordu: “Hocam, içer içmez ben yeniden doğdum, bu nasıl bir rahatlama size anlatamam. Karnımın şişliği indi, midem anında boşaldı. Bu nasıl bir mucize?” diye anlatmıştı. İlk aylarda tanıdığı tüm insanlara sorar olmuş, “Midenizde hazımsızlık, şişkinlik, bulantı var mı?” diye. Sorusuna evet cevabı alınca, hemen dağ kekiğini öneriyormuş, bende dağ kekiği var size verebilirim diyormuş. Bunu yapmamasını, önce mutlaka bir hekime gitmesinin doğru olacağını belirttim. Önerdiği kişinin ya farklı bir rahatsızlığı varsa?
 
Kür 1: Mide bulantısı, araç tutması, radyoterapi ve/veya kemoterapi sonrası gelişen mide bulantısına karşı
 
Kurutulmuş bir tatlı kaşığı kekik ağza alınır. Birkaç yudum suyla çiğnemeden yutulur.
   
Kuru soğan
Kuru soğan
Latince : Allium cepa
İngilizce  Onion
Almanca Zwiebel
Özellikleri  Polykistik over çikolata kisti miyom prostatit  ağrıları  menopoz şikayetleri   erken menopoza karşı    

Prostatit (prostat içi iltihablanma) problemi olan hastaların önemli bir yüzdesi dayanılmaz ağrılardan şikâyet ederler. Prostatite bağlı ağrı şikâyeti olan hastalar çektikleri ağrıları hiçbir ağrı kesiciyle geçiremediklerinden (dindiremediklerinden) bahsederken, birkaç gün uyku uyumadıklarını da söylemektedirler. Bazı prostatit hastalarıysa cinsel ilişkiden hemen sonra çok şiddetli dayanılmaz ağrıların başladığından şikâyet ederler. Yine birçok prostatit hastası da şiddetli ağrılarından bahsederlerken, sanki bir bilardo topunun üzerinde oturuyormuş gibi tanımlama-larda bulunmaktadırlar. Onlar için oturmak da bir azap olmaktadır.
 
Genel bir kural olmasa da, doğal kükürt içerikli (sülfid) çok sayıda etkin madde prostaglandin üretimini yavaşlatır. Prostaglandin üretimini yavaşlatan diğer etkin maddeler de p-coumarik asit ve ferulik asittir. Vücutta prostaglandin artışı inflamasyonu ve ağrıları artırır. Özellikle eklem ve romatizmal ağrıların ortaya çıkmasında en önemli sebeplerden bir tanesi de prostaglandin artışıdır. Romatizma ağrılarına karşı kullanılan ilaçların etkisi, prostaglandin üretimini azaltarak ağrıları hafifletmek şeklindedir. Kuru soğan kimyasal yapıları farklı, çok sayıda kükürt içerikli etkin madde içermektedir. Örneğin, thiosulfinate. Thiosulfinate ve diallyl-disülfid prostaglandin üretimini ihibe eden (frenleyen) etkin maddelerdir.
 
Prostata bağlı ağrılara karşı soğan kürü oldukça etkilidir. Bu durumda olanlar için kuru soğan önemli ölçüde yardımcı olmaktadır. Kür1’ de soğanın nasıl kullanılacağı açıklanmıştır. Ekmekle beraber tüketilmesi durumunda ağrı kesici özelliği olan bazı etkin maddeler daha güçlü etkisini gösterebilmektedir. Örneğin, soğandaki ferulik asit ekmeğin içerdiği nışastayla birleştiğinde çok daha etkili olmaktadır.
 
Prostatit şikâyeti olanların kendilerini soğuktan korumaları gerekir. Özellikle soğuk kış aylarında prostatit hastalarının karın bölgelerinden başlayarak ayak parmaklarına kadar kendilerini soğuğa karşı koruyacak şekilde giyinmeleri gerekir. Çünkü soğuk havalar prostatit ağrılarını artırmaktadır. Prostatit hastalarının genel olarak en rahat ettikleri dönemler sıcak geçen aylardır. İyi huylu prostat büyümesi (benigne prostate hyperplazy) olan hastaların soğuktan etkilenmeleri çok ender görülen bir durumdur. Eğer prostatit rahatsızlığınız varsa ağırlık kaldırmayınız ve ağır eşya taşımayınız. Taşıyacağınız yük 4-5 kg’ı geçmemelidir.
 
Değerli okuyucu, kime sorsanız soğanın en fazla cücüğünü sever. Halbuki soğanın sağlığımız açısından en etkili olan kısımları en dışa doğru olan kabuklarıdır. Dıştan içe doğru gittikçe etkin maddeler azalmaktadır. Çoğu zaman damak tadıyla tedavi gücü örtüşmemektedir. Bu durum beyaz lahanada da böyledir. Beyaz lahananın en etkili olan kısımları pazarcıların güzel görünsün diye soyup attıkları en dış yapraklarındadır.
 
Kasım ayları benim yirmibir günlük toksin atıcı, beyaz lahana kürüne başladığım aylardır. Bu yüzden beyaz lahana alırken pazarcılara özellikle tablaların altına attıkları en dış yapraklarının olup olmadığını sorarım. Varsa isterim. Onlar da memnuniyetle hemen beş-on yaprağı poşete koyup verirler. Onların memnuniyetleri onları çöpe atma zahmetinden kurtarmamdan kaynaklanmaktadır. Benimki de lahananın en değerli bölümünü almış olmamdandır. Değerli okuyucu, lahananın en dış yapraklarının en etkili olanlar olduğunu unutmayınız ve etkileri yoktur diye onları çöpe atmayınız.
 
Doğrarken gözyaşlarımızı tutamadığımız soğan, hem sebze hem de baharat olarak kabul edilebilir. Gözyaşına sebep olan etkin madde kükürt içeren propanthial-S-oksit maddesidir.
 
Soğanda bulunan benzyl-isothyiocynate, allicin ve alliin, cycloartenol maddeleri doğal antibiyotiktirler. Soğanı bu anlamda tartışmasız kılan cycloartenol maddesidir.
 
Kür 1: Prostatite bağlı şiddetli ağrılara karşı
Bir hafta boyunca her gün sabah ve akşam ikişer adet orta boy kuru soğan preslenip yarım dilim ekmekle beraber tüketilir. Presleme esnasında çıkan soğanın suyunu ziyan etmeyiniz ve de kesinlikle tuzlamayınız. Soğanı presleme imkânı bulamıyorsanız, ağızda uzun uzun çiğneyerek beraberinde yarım dilim ekmekle beraber tüketebilirsiniz. Havuç suyunu çıkaran aletler, soğan suyunu çıkarmak için de mükemmel bir çözümdür. Kuru soğanın suda veya ateşte pişirilmeden çiğ olarak tüketilmesi gerektiğini de unutmayınız.

Kür 2: Polikistik overe karşı
Kaynamakta olan birbuçuk su bardağı klorsuz suyun içerisine ince kabuğu soyulmuş orta boy bir kuru soğanı dörde bölüp atınız. Beş dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Ilıyınca içiniz. Onbeş gün boyunca aç karnına günde iki kez içiniz (öğleden evvel ve öğleden sonra). Eğer çalışan bir hanımsanız bu kürü akşam yemeğinden önce ve akşam yatarken uygulayabilirsiniz. İlk onbeş günlük başlangıç küründen sonra üç-dört adet döneminde, adetinize on gün kala on gün boyunca yine günde iki kez uygulayınız.
 
Dikkat: Her defasında taze hazırlanmalıdır. Kullanılacak olan kuru soğan, pazarlarda satılan açık kahverengi kabuklu yemeklik soğandandır. Özellikle bembeyaz soğan aramaya gerek yoktur. Beyaz, kırmızı ve mor soğan kullanılmamalıdır.
 
Kür 3: Menopoza bağlı ateş basmasına karşı, FSH hormonu yüksekliğine karşı, erken menopoza karşı, miyom ve çikolata kistine karşı
Kür 2 aynen uygulanır.
 
Kür 4: Üşütmeye bağlı üst solunum yolları enfeksiyonlarına karşı
Kür 2 aynen uygulanır. Sadece kullanım süresi onbeş gündür.
   
Lahana
Lahana
Lahana, brokoliden sonra üzerinde en çok araştırma ve çalışma yaptığım sebzeler arasındadır. İnsan vücudunun değişik organlarında ve yağ dokusunda ve de hücre zarında (membran) biriken toksinleri (zehirli kimyasallar) en iyi atan  beyaz lahana kürüdür. Toksinleri, yani zehirli maddeleri en çok depolama kapasitesine sahip üç organımız sırasıyla karaciğer, böbrek ve akciğerlerdir. Genel olarak toksinler yağda çözünen ve suda çözünmeyen zehirli ve protein yapılı maddelerdir. Toksinler yağda çözünme özelliği gösterdiklerinden, vücudumuzun yağ dokusunda depolanırlar. Eğer suda çözünme özellikleri olsa idi, böbrek üzerinden idrar yoluyla veya terleme yoluyla vücudumuzda depolanmadan atılmaları çok kolay olabilecekti. İşte beyaz lahanadaki bazı etkin maddeler vücudumuzdaki biyotransformasyon mekanizmasını aktive ederek (uyararak) toksinlere (zehirli maddelere) suda çözünme özelliğini kazandırmaktadırlar. Suda çözünme özelliği kazanan toksinler, terleme yoluyla veya böbreklerimiz üzerinden idrar yoluyla veya safra kesesi yoluyla da bağırsak sistemi- miz üzerinden dışkıyla dışarı atılırlar. Biyotransformasyon ne demektir? Biyotransfor masyon, yağda çözünen yabancı maddelere suda çözünme özelliğini kazandırmak demektir.
 
Beyaz lahana en iyi toksin atıcıdır (detoxification = detoksifikasyon). Toksin atıcı olması bir başka ifade tarzıyla, vücudu arındırmak anlamına gelir. Yeri gelmişken hemen belirtmekte fayda görüyorum, toksin atmak ile antioksidan özellikler birbirlerinden tamamen farklı şeylerdir. Vücuda alınan zehirli kimyasalların (toksin) veya birikmiş zehirli kimyasalların uzaklaştırılmasında beyaz lahana kürü ideal bir toksin atıcıdır. Bu toksinlerin kaynağı nedir şeklinde bir soru sorulduğu zaman cevabı oldukça basittir. Tükettiğimiz sebze ve meyveler zirai ilaç içermektedir. Tükettiğimiz et veya süt gibi maddeler ağır metaller içermektedir. Soluduğumuz hava, araçların egsoz gazlarında bulunan zehirli gazları içermektedir. Yaşadığımız çevrede bulunan fabrika bacalarından solunum yoluyla aldığımız toksinlerdir. Tüm bu zehirli maddeler zamanla vücudumuzda birikmekte ve organlarımıza zarar verebilmektedir. İşte, beyaz lahana kürü bu zehirli maddelerin vücudumuzdan atılmalarında önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, beyaz lahana toksin atıcıdır veya arındırıcıdır diyoruz. Vücudumuzda oluşan biyokimyasal reaksiyonlar esnasında serbest radikal adı verilen çok hızlı reaksiyona girerek özellikle hücre zarına veya hücre içindeki DNA ya zarar veren (mutasyon) maddeler oluşmaktadır. İşte, hücreye zarar verebilen bu serbest radikallerin, zararsız hale getirilmesinde etkin rol oynayan maddelere antioksidan madde veya kısaca antioksidan denir.
 
Yeri gelmişken hemen hatırlatmakta fayda görüyorum, taze beyaz üzüm bilinen tüm meyveler ve sebzeler içerisinde hiç biri ile mukayese edilemiyecek kadar güçlü antioksidan özelliklidir. Unutmayınız, her sebze ve her meyvede bir kaç değişik antioksidan madde bulunmaktadır. Ancak, taze beyaz üzüm ile bu konuda hiç bir meyve veya sebze boy ölçüşemez. Eğer, taze beyaz üzümün bu antioksidan gücünden istifade etmek istiyorsanız, mevsiminde ve günde bir salkımdan (200-250 gram) fazlasını tüketmemek şartıyla maksimum antioksidan gücünden faydalana bilirsiniz. 
 
Antioksidanlar üzerine bir çok spekülasyonlar yapılmaktadır. Eczanelerin vitrinleri bu tür ithal tabletler ile dolu... Unutmayınızki, vücudumuzun kendisi de çok güçlü doğal antioksidanlar üretmektedir. Vücudumuzun kendi ürettiği en güçlü antioksidanlardan bir tanesi frataxin’dir. Hekiminize danışmadan antioksidan tabletlerini kullanmayınız.
 
Kür 1: Toksin atıcı ve kolon kanserini önleyici
Beyaz lahananın toksin atıcı ve kolon kanserini önleyici özelliğinden istifade edebilmek için, kaynamakta olan yarım litre suda 6-7 adet beyaz lahana yaprağı parçalamadan (tüm olarak), on dakika ağzı kapalı olarak hafif ateşte haşlanır, sabah ve akşam olmak üzere aç veya tok karına birer su bardağı içilir. Bu işleme toplam beş gün devam edilir. Beş gün uyguladıktan sonra üç gün ara verilir ve tekrar beş gün uygulanır. Böylece toplam on günlük kür tamamlanmış olur. Kısaca: 5x2U+3A
 
5 gün uygulama + 3 gün ara +  5 gün uygulama = Toplam 10 günlük kür
 
Toksin atıcı ve kolon kanserini önleyici bu on günlük kürü, bir  yıl boyunca üç veya dört defa yapmak en doğrusudur. Bu kürü uygulamaya başladığınızın ikinci veya üçüncü gününden sonra vücudunuzun terlediğini ve özellikle de yüz kısmınızda yağlı yağlı terlediğinizi görürsünüz. Aynı zamanda dışkıda da belirgin şekilde yağ oranının artığı gözlenebilmektedir. Bu da yağla beraber toksinlerin atıldığını gösterir. Bu kürü uyguladığınız dönemlerde daha sık banyo veya duş yapmanız sizi hem daha çok rahatlatacak hem de deri gözenekleri açıldığından daha rahat toksinli-yağ atmanıza yardımcı olmuş olacaktır. Unutmayınız ki, toksin atan vücut kendini yeniler.
 
 
 Not: Kesinlikle on günlük kür için ihtiyacınız olan miktarı tek bir defada hazırlamayınız. Hergün taze olarak hazırlamanız şarttır.
Lavanta
Lavanta
Latince : Lavandula angustifolia
İngilizce : Lavender
Almanca : Lavander
Özellikleri : Genel karaciğer şikâyetlerine karşı karaciğer yetmezliğine karşı kronik karaciğer enfeksiyonuna karşı karaciğerin rejenerasyonuna karşıhepatit-B ve hepatit-C ye karşı saç dökülmesine karşı vitiligo önleyici sedef ve ileri yaşlarda deride oluşan yaşlılığa bağlı lekelere karşı önleyici sakinleştirici ve rahatlatıcı (sedatif) doğum sonrası perineal ağrılara karşı uykusuzluğa karşı



Lavanta tarih boyunca hep süs bitkisi olarak değerlendirilmiştir. Ülkemizde de özellikle Akdeniz Bölgesi’nde süs bitkisi olarak yetiştirilen bir bitkidir. İngiliz ve Amerikan mutfağında bazı etli yemeklere sosun içerisine taze lavanta çiçekleri ve körpe olan lavanta yaprakları ilave edilir. Lavanta sosa mükemmel bir aroma kazandırır. Kendine has hoş kokusundan dolayı parfümeri ve kozmetik endüstrisinde de kullanılmaktadır. Kokulu sabunların, şampuanların ve parfüm endüstrisinin vazgeçilmez bitkisidir. Ayrıca, birçok dondurma çeşidine o mükemmel aromayı veren lavantadır.
 
Hemen hemen herkes onun hoş kokusunun sadece çiçeklerinde olduğunu zanneder. Halbuki yaprakları ve yaprak sapları da o muhteşem kokuya sahiptir. İlaç sanayi, bazı ağır kokulu tabletlere lavanta ilave eder. Bunun sebebi tabletin itici ağır kokusunu düzeltmek içindir.
 
Lavantanın çiçekleri ve yaprakları birbirlerinden tamamen farklı özellikte etkin maddeler içermektedir. Rahat ve sakin bir uykuyu sunan güç, lavantanın ağırlıklı olarak çiçeklerinde değil, yapraklarında ve gövde saplarında saklıdır.
 
Lavantanın, antik çağlarda antiseptik olarak kullanıldığı bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı esnasında yaralanan askerlerin yaraları hastabakıcılar tarafından lavanta suyuyla dezenfekte edilmekteydi. Doksanlı yılların başlarında bazı araştırmacılar lavantanın sedatif (teskin edici, dinlendirici) ve analjezik (ağrı kesici) özellikleri olduğuna dair makaleler yayınladılar. Ancak, benim araştırmalarımda gördüğüm en önemli iki özelliği karaciğer metabolizmasının sağlıklı çalışması üzerindeki olumlu etkisiyle hepatite ve saç dökülmesine karşı kullanımıdır.
 
Lavanta genel karaciğer rahatsızlığı veya karaciğer yetmezliği şikâyeti olanların imdadına yetişen bir bitkidir. Lavanta kürü, sirozdan veya alkolden dolayı zarar görmüş karaciğer hücrelerinin rejenerasyonunda (tekrar yenilenmelerinde) veya bu hücrelerin tekrar sağlıklı bir şekilde çalışmaya başlamalarında öylesine etkilidir ki, kürü uygulayan hastaların kısa zamanda almaya başladıkları başarılı sonuçlar herkesi şaşırtmaktadır. Karaciğer metabolizmasının çalışmasını belirleyen analiz sonuçlarını “lavanta kürü kullanılmadan önce ve kullanıldıktan sonra” şeklinde mukayese ederek, nasıl olumlu yönde bir düzelme olduğunu gözlemek mümkündür. Lavantanın bu özelliğinden dolayı yerini doldurabilecek başka bir bitkiyi henüz tanımıyorum.
 
Hepatit-B ve hepatit-C hastalarının da uygulayabilecekleri lavanta kürü, karaciğer enzimlerini düzelterek hepatit-B ve hepatit-C virüslerinin aktive olmasına (güçlenmesine) karşı karaciğer metabolizmasını güçlendirecektir. Kısaca, bu kür karaciğerin bağışıklık sistemini öylesine güçlendirmektedir ki, her iki virüsün de aktive olmasını çok büyük oranda baskılayabilmektedir. Böylece de karaciğer hücre yıkımına engel olabilmektedir. Karaciğer hücre yıkımının giderek azaldığını, ALT ve AST karaciğer enzim değerlerinin kandaki seviyelerindeki düşüşle gözlemek mümkün olmaktadır. Çok sayıda hekimden aldığım e-mail, faks ve telefonda lavantanın hepatit-B ve -C virüslerine karşı “baskılayıcı”ifadesine karşı daha açıklayıcı yorum getirmem istenmiştir. Kendilerine bu konudaki duyarlılıklarından dolayı teşekkür ederim. “Baskılayıcı”kelimesini seçmemdeki sebep, günümüzde bu virüslerin vücuttan tamamen atılabilmesi için henüz kesin bir tedavi yönteminin olmamasından kaynaklanmaktadır.
 
Hepatit kronik döneme girmemişse, yani kronikleşmemişse, lavanta kürüyle virüsü tamamen vücuttan uzaklaştırma şansı yüksektir. Lavantada da çok sayıda antiviral etki gösteren etkin madde mevcuttur. Lavanta kürüyle çok kısa zamanda bu virüslerin faaliyete geçmesi durdurulabilmektedir. Yüksek olan karaciğer enzimleri de (ALT, AST, ALP ve GGT) kısa zamanda kontrol edilebilmekte ve normal değerlerine gelebilmektedir. ALT ve AST değerlerinin yükselmesiyle karaciğer hücrelerinin zarar görmesi doğru orantılıdır. Yani, ALT ve AST değerleri ne kadar yüksekse karaciğer de o kadar olumsuz etkileniyor demektir. Bu konuda sizleri en iyi aydınlatacak olan hekiminizdir. Hekiminize danışmayı ihmal etmeyiniz.

Kür 1: Karaciğer yetmezliğine, hepatit-B ve hepatit-C’ye karşı

Kaynamakta olan bir buçuk su bardağı suya bir tatlı kaşığı (yaklaşık iki gram) lavantayı atınız ve 15 dakika kısık ateşte demleyiniz. Demleme işlemi tamamlandıktan sonra sıcakken süzünüz. Onbeş gün boyunca her gün akşam yemeklerinden en az iki saat sonra bir çay bardağı dolusu ılık olarak içiniz. Her defasında (her kullanımda) taze olarak hazırlanması şarttır. Bir gün önce arta kalan miktarı kullanmayınız. Kolay olsun diye bir kaç günlük hazırlayıp buzdolabında koruma altına almayınız. Hiçbir şekilde damak tadına uygun olsun diye, içerisine şeker veya benzeri hiç bir katkı ilave etmeyiniz. Onbeş günlük ilk kür tamamlandıktan sonra rahatsızlığın seyrinegöre haftada üç-dört defa, akşam yemeklerinden en az iki saat sonra bir çay bardağı içmeye devam ediniz. Karaciğer metabolizması sağlıklı çalışmaya başladıktan sonra kür sonlandırılmış olur.

Her sağlıklı insanın yılda bir defa onbeş günlük lavanta kürünü uygulamasında çok büyük faydalar vardır. Karaciğer yetmezliği şikâyeti olanların, hepatit-B veya hepatit-C virüsü ile yaşamak zorunda olanların zaman zaman lavanta kürünü uygulamalarında çok büyük faydalar vardır.

 
Kür 2: Saç dökülmesine karşı
Bir tatlı kaşığı lavantayı 750 ml kaynamakta olan suya ilave ediniz. Yaklaşık beş dakika yüksek sıcaklıkta (kaynama noktasına yakın) demleyiniz. Demleme tamamlandıktan sonra ılımasını bekleyiniz ve ılıkken süzünüz.
 
Eğer saçlarınız temizse demlediğiniz lavanta suyuyla saçlarınızı yıkayınız ve yarım saat etki ettiriniz. Yarım saat etki ettirdikten sonra sadece suyla durulayınız. Eğer saçlarınız kirliyse ve çok yağlanmışsa önce sabun (tabii yeşil sabun) veya şampuanla yıkayınız. Sonra demlenmiş lavanta suyuyla yıkayarak, yarım saat etki ettiriniz. Daha sonra sadece suyla durulayınız. Saç dökülmesi durana kadar haftada bir-iki defa uygulanır. Saç dökülmesi durduktan sonra önleyici amaçlı olarak zaman zaman uygulanır. Eğer saçlarınızda kepek varsa veya saçlarınıza parlaklık ve canlılık kazandırmak istiyorsanız bunun için çözüm ısırgandır (bakınız: Isırgan)
 
Kür 3: Ciltdeki sivilce ve lekelere karşı
Tüketim ve uygulama şekli Kür 1’in aynısıdır. Sadece hazırlama şekli farklıdır. Demleme süresi on dakika olmalıdır. On dakika demlendikten sonra ılımasını beklemeden süzülmelidir. İçilecek olan miktar bir su bardağıdır.
 
  
Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.
 DİKKAT: Lavanta, bazı hastalarda tansiyonu yükseltebilir.
Nar suyu
Nar suyu


Nar suyu, yüksek tansiyon hastalarının iyi bir yardımcısıdır. Öğleden evvel ve sonra içilecek birer çay bardağı taze sıkılmış nar suyu, yüksek tansiyonun dengelenmesinde iyi bir destekleyicidir. Böbrek ve dişeti iltihaplarında da oldukça etkilidir. Günde iki ya da üç kez taze sıkılmış bir çay bardağı nar suyunu ağzınızın içinde bekleterek içiniz. Nar suyunun tek veya birkaç içimde değil, yudum yudum, küçük ölçülerle tüketilmesi çok önemlidir.

 

 

Narın barındırdığı antiseptik, antibakteriyel ve de antiinflamatuvar maddeler buruk ve kekremsi tadı oluşturan tanelerinin bağlı olduğu, onlarca kırmızı boncuğu birbirine bağlayan etli kısımlarda bulunmaktadır.

 

 
Dolayısıyla tüketirken tanelerini dış kabuktan ayırarak tüketmek doğru olmayacaktır. En uygun kullanım şekli limon ya da portakal sıkar gibi sıkıp içmektir. Sıkma esnasında etli kabuğunda bulunan zengin antiseptik, antibakteriyel ve antihipertansif (tansiyon düşürücü) etkin maddeler suyuna geçer.

Dikkat

Nar tanelerinin çekirdeğiyle tüketilmesinin kabızlığa neden olabileceğini ve bağırsak hareketlerini kısıtlayabileceğini unutmayınız.

 

 

Dikkat

 

Eğer düşük tansiyon şikayetiniz varsa nar suyundan uzak durunuz. Nar suyu, kan basıncını düşürür. Düşük tansiyonlular taze sıkılmış nar suyunu içtikten yarım saat sonra kendilerini yorgun ve halsiz hissetmeye başlayabilirler.

 
   
Maydanoz
Maydanoz

  

Latince adı:            Petroselinum sativum
Almanca :               Petersille
İngilizce    :             Parsley
Özellikleri :            Angsiyeteye karşı depresyona karşı karaciğer metabolizmasını güçlendirici hepatit-B’ye karşı cilde güzellik verici diüretik (idrar söktürücü) gençleştirici vücuda zindelik ve dinçlik kazandırmaya yardımcı yüksek tansiyonu engelleyici karaciğer yağlanmasına karşı
 
 
Değerli okuyucu, maydanoz üzerine araştırmalarıma başladığımda, beni ilk şaşırtan özelliği, onun güçlü bir karaciğer dostu olduğunu görmem olmuştur. Maydanozun karaciğerin rahat çalışmasını sağlayan mükemmel bir gücü vardır. Maydanozun karaciğeri arındırması hiç de yabana atılmayacak güçlü bir özelliktir. Tabi ki salatanızın içerisinde kullanılan şekliyle değil. Salatanın veya yemeklerin içerisine koyduğunuz maydanoz kür değil bir beslenme şeklidir. Onun bu gücünden faydalanabilmeniz için kürünü uygulamanız gerekir. Kürünü uyguladığınız birkaç gün içerisinde cildinizdeki değişikliği de fark edersiniz. Unutmayınız, cildiniz karaciğerinizin aynasıdır.
 
Maydanoz kürü, karaciğer metabolizmasında glutathione-S-transferaz (GST) enzimlerinin üretimini aşırı derecede arttırıcı özelliğe sahiptir. GST enzimlerinin ayrıca çok sayıda izoenzimleri de vardır. Bu enzimlerin en önemli özelliği, besinler üzerinden ve solunum yoluyla aldığımız sentetik kimyasal kanserojen maddeleri ve de vücudumuzda oluşan zararlı kimyasal maddeleri zararsız hale dönüştürmektir. Vücudumuzda oluşan ve besinler yoluyla aldığımız tüm yabancı kimyasal maddelere xenobiotika (xeno= yabancı) denir. Dışarıdan besinler yoluyla aldığımız yağların vücudumuzda parçalanmaları (lipid per oxidation) esnasında hücre zarına veya DNA’ya zarar verebilecek bazı kimyasal maddeler oluşur. Bunlar hidroksil radikalleri, superoksit anyon radikalleri, hidrojen peroksit, hidroperoksit radikalleri olup, genel olarak serbest radikaller olarak bilinirler. Serbest radikallere karşı antioksidan tabletlerini hekiminize danışmadan kesinlikle kullanmayınız. Unutmayınız ki, vücudumuz ihtiyacı olan antioksidanları kendisi de üretmektedir.
 
Maydanoz, karaciğerin dostudur. Maydanoz kürü, karaciğeri arındırarak karaciğerin daha sağlıklı çalışmasını sağlar. Sağlıksız çalışan bir karaciğer zamanla bütün organlarımızı olumsuz etkilediği gibi, aynı zamanda cildimizin canlılığını, tazeliğini ve güzelliğini de olumsuz etkiler.
 
Karaciğer hücrelerinin (hepatozit) diğer organlarımızdaki hücrelerden en önemli farklarından bir tanesi bu hücrelerin çok yönlü çalışması ve çok daha fazla aktif olmalarıdır. Bu nedenle karaciğer hücresi içerisindeki organellerin birçoğu hızlı bir şekilde yıpranmaktadır.
Üç numaralı küre göre yapacağınız maydanoz kürü hem bir gençleşme iksiri hem de tüm organları ve vücudu yabancı kimyasal maddelerden arındırma kürüdür. Maydanoz kürü autophagy adı verilen hücre içi yenilemeyi uyaran (stimüle eden) mükemmel bir kürdür. Bu kür sayesinde kendinizi daha dinç, daha zinde, daha genç ve daha sağlıklı hissedeceksiniz.
 
Bu kürün uygulama süresinin üçüncü günü itibariyle, sabahları güne daha zinde ve dinç şekilde başlayacak, daha dinamik olduğunuzu hissedeceksiniz.
 
Geçirdiğiniz herhangi bir rahatsızlıktan sonra kendinizi hala yorgun ve toparlayamamış hissediyorsanız, yine üç numaralı maydanoz kürü bu konuda imdadınıza yetişecektir. Bu kürü önerdiğim insanlar yılda en az iki-üç defa uyguladıklarını ve mükemmel sonuç aldıklarını sık sık vurgulamaktadırlar.
 
Tablo: Taze maydanozda bulunan bazı önemli etkin maddeler

 

Etkin maddeler
Etkin maddeler
Etkin maddeler
2-pentyl-furan
2-alpha-tolyl-propene
Alpha-cadinol
Alpha-copaene
Apigenin
Apiol
Ascorbic asit (vitamin C)
Alpha-tocopherol (vitamin E)
Beta-pinene
Delta-cadinene
Estragole
İsoimperatorin
İsopimpinellin
Myristicin
Osthole
Oxypeucedanin
P-cymene
Psoralen
Quercetin
Rosmarinic acid
Kükürt
Trans-2-hexenal
Tetradecanal
Çinko
 
Maydanoz, doğru şekilde kullanıldığı takdirde genel hücre sağlığı konusunda mucize yaratan bir bitkidir. Bununla beraber insan metabolizması üzerindeki etkileri çok hızlı bir şekilde oluşmaktadır. Maydanoz kürü uygulanmaya başladıktan sonra birkaç gün içerisinde etkisini göstermeye başlar. Diğer kürlerde (beyaz lahana, keçiboynuzu, brokoli kürleri gibi) etkin maddelerin kandaki seviyeleri belli bir düzeye geldikten sonra etki etmeye başlarlar. Bu da ortalama bir hafta gibi bir zaman almaktadır.
 
Maydanoz kürü bazı şikâyetlerde tek başına kullanıldığı takdirde etkin maddelerinden istifade etmek pek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle maydanozun etkin maddelerinden yeterli ölçüde faydalanabilmek ve bu maddeleri etkili hale getirebilmek için başka takviye (destek) bitkilere de ihtiyaç vardır. Bunlardan bazıları limon suyu, tere ve ıspanaktır. Burada kullanılacak limon suyu, tere veya ıspanağın ölçüsü de çok önemlidir. Yanlış oranlarda kullanılması kürün başarı oranını büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir.
 
Maydanozun ruh sağlığı ve cilt güzelliği üzerinde çok olumlu etkileri vardır. Hatta gençleştirici özelliği de mevcuttur. Günümüzde ruhsal sıkıntı, angsiyete ve depresyon insanlarda gün geçtikçe artmaya başlamıştır. Korku duygusunun (angsiyete) oluşumunda önemli rolü olan faktörlerden bir tanesi CRH (Corticotropin Releasing Hormon) hormonudur. CR-Hormonu beynimizin, değişik bölgelerinde sinir hücreleri tarafından salgılanan bir hormondur. CR-Hormonunun ilgili reseptörlerinin kontrol edilmesinde maydanozun bazı etkin maddeleri önemli rol oynayabilmektedir. Maydanozun bu işlevinde, ıspanak ve terenin destekleyici özelliğine ihtiyaç vardır. Maydanoz, CRH reseptörlerini kontrol ederken, ıspanak angsiyeteye karşı doğrudan etki gösteren maddeler içermektedir.
 
Merkezi sinir sisteminde, noradrenalin ve seretonin azlığı depresyona neden olabilmektedir. Seretonin hormonunun fazlalığı da panik-atağı tetikleyen bir durumdur. Bu nedenle bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı bir yaşam için hormonların dengeli çalışması çok önemlidir. Duruma göre tek bir hormonun fazla veya az üretilmesi ruh sağlığımızı, organlarımızın çalışma düzenini ve metabolizmamızı olumsuz etkilemeye yeterli olabilmektedir. MonoAminoOksidaz enzimi (MAO) noradrenalinin biyolojik parçalanmasına (yok edilmesi), yani azalmasına neden olur. Maydanoz-ıspanak kürü, MAO enziminin noradrenalini yok etmesini yavaşlatabilmektedir (inhibe etmektedir). Böylece, maydanoz-ıspanak kürü merkezi sinir sisteminde depresyona neden olan noradrenalin azalmasına engel olabilmektedir. Kısaca, bu kür bir MAO-blokeri gibi fonksiyoneldir. Ancak, hiçbir şekilde MAO-Blokerinin yerine kullanılmaz. Angsiyeteye karşı ıspanak doğrudan etkili olurken, maydanoz reseptörlerin kontrolü üzerinden etkisini gösterir. Tedavide her ikisini de (ıspanak ve maydanoz) beraber düşünmek gerekir. Ancak, antidepresan olarak temel çıkış bitkisinin ıspanak olduğunu belirtmekte fayda görmekteyim.
 
Kitabımı üçüncü baskıya hazırladığım dönemlerde, depresyon hastalarında folikasit eksikliğinin gözlendiği bilim adamları tarafından savunulmuş ve zengin folikasit kaynağı olan ıspanak bu nedenle antidepresan olarak tavsiye edilmiştir. İlk değerlendirmede bu fikir her ne kadar doğru gibi gözüküyorsa da, folikasit eksiliği depresyonun sonucunda mı ortaya çıkıyor, yoksa folikasit eksikliği mi depresyona neden oluyor sorularının cevabı açıklığa kavuşmamıştır. Bu tür kısır döngü sorularla çok sık karşılaşmaktayız. Bu durum, halk arasındaki “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” ifadesine çok benzer. Ancak, benim araştırmalarımda gördüğüm, folikasit dışında doğrudan antidepresan olarak etki gösteren çok sayıda etkin maddenin ıspanakta ve maydanozda bulunduğudur. Tek başına ıspanak veya tek başına maydanoz kürünün depresyon üzerinde tedavi gücü hemen hemen hiç yoktur.
 
Sebebini bilmediğiniz korkulara karşı maydanoz kürü
Uçağa binmekten korkuyorsanız, binmediğiniz takdirde korku yaşamamanız doğal bir sonuçtur. Gök gürültüsünün ve şimşeklerin çaktığı bir havada yürümek, yıldırıma çarpılma korkusuna kapılmamız için yeterlidir. Ancak, kapalı bir ortama girdiğiniz andan itibaren korku duygunuzun ortadan kalkması da doğaldır. Bazı insanlar özellikle geceleri, mezarlık yakınındaki bir yoldan geçerken korkuya kapılırlar. Bu tür bir korkunun da önüne geçmek kendi elimizdedir. Yolumuzu değiştirip mezarlık bölgesinden geçmemekle bu korku duygusunu yaşamamak mümkündür.
 
Ancak, öyle korku anları yaşanır ki, bu korkunun kaynağı, nedeni ve sebebi bilinmez. Kişi, yalnız olmamasına, çevresinde sevdiği ve güvendiği insanlar olmasına veya güvenli bir ortamda bulunmasına rağmen sadece “korkuyorum” diyerek kendisini ifade etmeye çalışır. Neden ya da kimden korktuğunu sorarsanız, size nedenini bilmediğini söyler. Bu tür korkular bir kaç saniye veya bir kaç dakika sürebilir ve de gün boyu bir kaç defa yaşanabilir. Sebepsiz bu türden bir korkuyu bir kaç saniye veya bir kaç dakika yaşayan bir insanın ifadesi genelde, “Öyle bir korku ki, sanki bu duygunun içinden hiç çıkamayacakmışım gibi, sanki aylarca, yıllarca sürecekmiş gibi dayanılmaz bir şey” şeklindedir. İşte maydanoz- ıspanak-tere kürü bu tür korkularınız için bulunmaz bir nimettir.
 
Bu noktada, bu kürü uygulayan birkaç hastanın anlattıklarını sizlere aktarmak isterim. Bir iş için gittiğim bankada bayan memurlardan biri yanıma gelerek, “Hocam, sayenizde bankadaki işime devam ediyorum, işimi artık kesin olarak terk etmeyi düşünürken, bir gün ağabeyim kitabınızla eve geldi. Ben de okumaya başladım ve maydanoz-ıspanak-tere kürünü uygulamaya karar verdim. Korkularımdan bu kür sayesinde kurtuldum. Beni tekrar hayata bağladınız.”  dedi. Önünde daha uzun bir hayatı olan bu gence yardım edebilmiş olmak bana büyük bir mutluluk vermiştir.
 
Hukuk bürosu olan bir avukat dostumun yanında çalışan başka bir avukat beni arayarak tanışmak istediğini söyledi. Kitabımı okumuş ve başlarda tereddüt ederek uygulamaya başladığı maydanoz-ıspanak-tere küründen inanılmaz derecede istifade etmiş. Ispanak-Maydanoz-Tere kürünün bu kadar faydalı ve etkili olabileceğine bir türlü inanamadığını söyledi.
 
Kürü uygulamadan önce almış olduğu bazı önemli davalara giremediğini ve hatta bazılarını da bırakmak zorunda kaldığını belirtiyordu. “Sıkıntılı, depresif, huzursuz, isteksiz, başladığı işi bir türlü tamamlayamayan bir insan oluvermiştim, hatta sebebini ve kaynağını bilemediğim korkularım da vardı. Ispanak-Maydanoz-Tere kürünü uyguladım. Uyguladıktan kısa bir zaman sonra, tüm ruhsal şikâyetlerimden kurtuldum. Bu kürün bu kadar etkili olabileceğini hiç tahmin bile edemezdim” diyerek, uygulamış olduğu kür sayesinde yaşam kalitesinin ve hayatının nedenli olumlu yönde değiştiğini belirtti.
 
Ispanak-Maydanoz-Tere kürünü kullanan yüzlerce insandan aldığım mesajlar (telefon, faks, e-mail) ve beni bizzat bularak teşekkür etmeye gelenler benim için büyük bir mutluluk teşkil etmektedir.
 
Değerli okuyucu, bugüne kadar daha önceden bilinmeyen çok sayıda değişik bitkisel kür geliştirdim ve ilk defa da kitabımda yayınlayarak insanlığın hizmetine sundum. Bunlardan bir tanesi, depresyona ve angsiyeteye (korku) karşı geliştirmiş olduğum maydanoz-ıspanak (sabah), tere-ıspanak (akşam) kürüdür. Bu kürün bende çok ayrı bir yeri vardır. Depresyon, angsiyete ve panik atak şikayeti olanların çektiği acıları, sıkıntıları çok iyi anlayabiliyorum. Zaman geçtikçe bu kürün önemi çok daha iyi anlaşılacak ve yaygınlaşacaktır. Çok yakın bir gelecekte diğer kürlerde olduğu gibi çok sayıda bilim adamına ışık tutacağına ve geniş kapsamlı olarak araştırılacağına kesinlikle inanıyorum.  
Ispanak-Maydanoz-Tere kürünün (IMTK) avantajları
Maydanoz-Ispanak-Tere Kürü (IMTK) uygulanmaya başladıktan sonra yavaş yavaş çevreyle daha kolay iletişime girebilme, düşüncelerdeki sakinlik ve rahatlık kendisini göstermeye başlar. Bununla beraber isteksizlik, sersemlik ve angsiyete de giderek azalır. IMTK antidepresan, benzodiazepin ve benzeri ilaçların yan etkilerini içermeyen bir kürdür. Kan spektrumunu da olumsuz etkilemez. En önemli avantajlarından ilk ikisi bağımlılık yapmaması ve kür sonlandığında “geri tepme” gibi bir yan tesirinin olmamasıdır. Genelde, bazı antidepresan grubu ilaçlar “geri tepme” olasılığına karşı ani olarak terk edilmezler, hekim önerisine göre dozaj düşürülerek terk edilirler. Böylesi bir risk IMTK’nın terk edilmesinde söz konusu değildir.
 
Şunu da belirtmek isterim ki, bazen tere, bazen de tereotu ifadelerini kullanmaktayım. Bunun sebebi bazı yörelerde tere başka yörelerdeyse tereotu ifadesi kullanılmasıdır. Tere veya tereotu ifadesini aynı bitki için kullanmaktayım. Ancak, tereotunu bakla yemeklerinin üzerine konulan dereotu ile karıştırmamak gerekir.
 
Değerli okuyucu, çok sıkça sorulan bir soru da şudur: “Neden, bazı anti-angsiyete ilaçları ve diğer bazı sakinleştiriciler terk edilirken eski şikâyetler yaşanabiliyor?” Bir başka ifade tarzıyla, birçok hasta bu türden ilaçları terk ederken tekrar başa dönüyorum endişesini ve korkusunu yaşamaktadır. Bunun nedeni pek bilinmiyorsa da, benim bu konuda yaklaşımım “ reseptör açlığı” dır.
 
Yukarıda da izah ettiğim gibi bütün hormonlar hücrelere hücre üzerinde bulunan reseptörler üzerinden etki ederler. Bu reseptörlere kapı ve kilidi olarak da bakılabilir. Her kapının kilidi farklı olduğu gibi, her hormonun da kendine ait kapısı (reseptörü) vardır. Her bir hormonun molekül yapısı farklı olduğu için, hormonun molekül yapısı da anahtar vazifesi görmektedir. Her hormonun kapısı (reseptörü) farklı olduğuna göre, o kapıdan ancak, ilgili hormon girebilir, farklı hormonlar giremez. Antidepresan ilaçlar, beyin hücrelerinde bulunan reseptörleri (kapıları) kapatırlar. Dozaj azaltılması esnasında açık kalan kapılar (reseptörler) kapatılamadığından beyin hücrelerinin çalışması etkilenmektedir. Bu durum başlangıç şikâyetlerinin tekrar yaşanmasına neden olabilmektedir. İşte, tam bu noktada Ispanak-Maydanoz-Tereotu Kürünün (IMTK) etkin maddeleri, açık kalan kapıları kapatarak (reseptörleri kapatarak, reseptörlere bağlanarak) onları sakinleştirmekte ve dozaj düşürülmesinden dolayı beklenen olumsuz şikâyetler büyük ölçüde ortadan kalkmaktadır. Ispanak-Maydanoz-Tere Kürü modern tıbbın sunduğu ilaç tedavisine paralel olarak da tedavinin başlangıcından sonuna kadar rahatlıkla kullanılabilir.
 
Değerli okuyucu, IMTK’nın herhangi bir yan tesiri yoktur ve alınan ilaçlarla da etkileşmesi söz konusu değildir. Fiziksel performansta düşüş, konsantrasyonda azalma, sersemlik, sabah kalkıldığında uyuşukluk, aşırı kullanımdan dolayı toksisite, bağımlılık ve kürü bırakamama gibi endişe verici yan etkiler Ispanak-Maydanoz-Tere küründe söz konusu değildir. Ancak, bu kürü uygulamadan önce hekiminize danışınız ve önerilerine uyunuz.   
 
Hepatit-B hastalarının zaman zaman yapacakları maydanoz kürü, bağışıklık sistemlerini bu virüse karşı spesifik olarak güçlendirir. Maydanoz kürü hepatit-B virüsünün aktive olmasını yani faaliyete geçmesini büyük ölçüde engelleme özelliğine sahiptir. Maydanozun bazı etkin maddeleri hepatit-B virüsüne karşı antiviral etkilidir. Ancak, gerek hepatit-B ve gerekse de hepatit-C’ye karşı lavantanın yerini hiçbir bitki dolduramaz.
 
Lavantanın hepatit-B ve C’ye karşı güçlü bir silah oluşturduğunu ilk defa ortaya koyan bir bilim adamı olarak insanlara yardım edebilmiş olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyorum. Bu kür aynı zamanda karaciğer metabolizmasının sağlıklı bir şekilde çalışmasına da büyük ölçüde katkıda bulunmaktadır. Hepatit-B hastaları zaman zaman karaciğer fonksiyonlarıyla ilgili kan tahlilleri yaptırmak durumundadırlar. Maydanoz kürünü uygulamaya başladıktan belirli bir zaman sonra yapılan karaciğer tahlillerinde, yüksek olan bazı değerlerde belirgin düzelmeleri görmek mümkündür. Bu da maydanozun karaciğer metabolizması üzerindeki olumlu gücünün kanıtlarından sadece biridir.
 
Maydanozun dışında aynı şekilde hepatit-B hastalarının uygulayabilecekleri birkaç önemli bitkisel kür daha vardır. Bunlardan bazıları, civanperçemi bitkisi (bakınız: Civanperçemi), ceviz yaprağı ve lavantadır (bakınız: Lavanta). Bu bitkilerin kullanma ve hazırlanma şekilleri çok önemlidir. Özellikle, lavanta çiçeğinin hepatit-B ve hepatit-C hastalarının karaciğer metabolizmalarının ve de enzim değerlerinin düzeltilmesindeki olumlu etkisi, tabiat ananın insana bir lütfudur.
 
Bütün insanların metabolizmaları ve bağışıklık sistemleri %98-%99 birbirlerinin aynıdır. Ancak, detaya inildiği zaman hiçbir insanın metabolizması veya bağışıklık sistemi bir başka insanınkiyle aynı değildir. Tıpkı, hiçbir insanın genetik yapısının bir başka insanınkine %100 benzememesi gibi. Bundan dolayı, şifalı bir bitki her hastada aynı derecede etkili olur diye bir kural yoktur. Bu kural, modern tıbbın ilaçları için de geçerlidir. Bu nedenle maydanoz küründen çok olumlu sonuç alan bir insan, civanperçemi bitkisinin küründen aynı oranda sonuç alamayabilir. Aynı şekilde civanperçemi bitkisi küründen büyük ölçüde istifade eden birisi, maydanoz küründen aynı oranda istifade edemeyebilir. Ancak lavanta kürünün hepatit-B ve hepatit-C’ye, kronik karaciğer enfeksiyonlarına ve genel anlamda karaciğer yetmezliğine karşı olan gücü ne maydanoz, ne ceviz yaprağı, ne de civanperçemi kürüyle mukayese edilemez. Bu kürlerin bir ortak tarafı da, karaciğerin bağışıklık sistemini güçlü kılmalarıdır. 
 
Hamile bayanların, hamileliklerinin ilk üç ayında maydanoz tüketirken ölçülü olmaları ve eğer düşük tehlikesi varsa, hamilelikleri boyunca maydanozdan tamamen uzak durmaları gerekir. Bunun sebebiyse maydanozun yapraklarında bulunan apiol ve beta-bisabolene maddelerinin düşük yaptırma (abortifacient) özelliğinin olmasıdır. Apiol, aynı zamanda kan damarlarını genişletici (vasodilator) ve ateş düşürücü (antipyretic) özelliğe de sahiptir.
 
Mantar şikâyetleriniz varsa ve hekiminiz bundan dolayı size mantar ilacı vermişse, bu süre zarfında maydanoz tüketimine ağırlık veriniz. Mantar tedavisine paralel olarak öğünlerinizde tüketeceğiniz maydanoz, mükemmel bir yardımcı tedavi imkânı sağlamış olacaktır. Çünkü maydanozda en az sekiz tane mantar hastalıklarına karşı biyolojik aktiflik gösteren mantar yok edici etkin madde bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri oxypeucedanin, p-cymene ve psoralendir. Daha bol olarak kerevizde bulunan psoralennin şifa verici en önemli özelliklerinden biri de hypotensive (tansiyon düşürücü) olmasıdır. Kansere karşı koruyucu gücünü de yabana atmamak gerekir.
 
Maydanozun kolesterol düşürücü (hypocholesteromic) özelliği içerdiği taurine maddesinden kaynaklanmaktadır. Taurinenin maddesinin aynı zamanda hem antioksidan hem de kanser önleyici özelliği vardır.
 
Dikkat
Düşük tansiyon şikâyetiniz varsa, maydanoz kürünü dikkatli uygulamanızı öneririm. Çünkü maydanoz kürü tansiyon düşmesine neden olabilmektedir.
 
Memleketimizde maydanoz çok tüketilen bir bitkidir. Bazı insanlar yeşillik olarak maydanozu bol miktarda tüketirler. Maydanozun içerdiği apiol maddesi her ne kadar uçucu özelliği olan bir yağ ise de, kalsiyumun emilmesini engelleyici (kalsiyum antagonist) özelliği de çok güçlüdür. Bu nedenle kalsiyum eksikliği problemi ve osteoporoz rahatsızlığı olanların maydanozu ölçülü tüketmeleri gerekir. Maydanozun idrar söktürücü özelliği oldukça güçlüdür. Bu aynı zamanda vücuttan fazla su ve tuz atılması demektir. Eğer, öğünlerinizde bol bol taze maydanoz tüketme alışkanlığınız varsa, bu alışkanlığınızda ölçülü olmanız gerekir. Çünkü maydanoz vücudun su ve tuz dengesini olumsuz etkilemektedir. Her ne kadar günlük su ihtiyacımız olan en az bir buçuk litre suyu tüketiyor olsak da, vücut buna rağmen gerekli olan su ve elektrolit (tuz) dengesini kurmakta zorlanır. Değerli okuyucu, şunu da özellikle belirtmek isterim. Hiçbir bitki tüketimini ve kürünü alışkanlık haline getirmeyiniz veya aşırı miktarda tüketmeyiniz.
 
Dikkat
Cilt güzelliği, gençleşme ve zindelik veren maydanoz kürünü uygulayıp da sonuç alamamış okuyucularım olmuştur. Hatta bazı bayanlar, “Hocam, kitabınızda bahsettiğiniz cilt tazeliğini ve güzelliğini veren maydanoz-limon kürünü uyguladım hiçbir sonuç alamadım. Alamadığım gibi de yüzümde ve alnımda hiç olmayan sivilceler çıktı.” diye belirtmiştir. Bu durum beni çok şaşırtmıştı ve de üzmüştü. Mutlaka bir sebebi olmalıydı. Çünkü maydanoz-limon kürü öylesine genele hitap eden bir kürdür ki, başarı oranı %95 in üzerindedir. Hele hele, hiç sivilce olmayan bir ciltte kürü uyguladıktan sonra sivilce çıkarması çok şaşırtıcıydı. Böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Çünkü kitabıma yazdığım tüm kürler genelin rahatlıkla ve başarıyla kullanabileceği kürlerdir. Bu doğrultuda şikâyetlerini belirten kişilerle irtibata geçip konuştum. Sebebini bulmalıydım. İstanbul’da ofisime çok yakın oturan bir bayandan kullandığı maydanozu bana ulaştırıp ulaştıramayacağını sordum. Memnuniyetle kabul edip, ofisime kadar getirdi. Sağ olsunlar. Gerçekten alnı dahil sivilceleri vardı.
 
Değerli okuyucu, maydanozu görür görmez geçirdiğim şaşkınlığımı anlatamam. İri ve kalın sapları olan obur yapılı, geniş ve iri yapraklı bir maydanoz demeti önümde duruyordu. İçimden maydanoza da mı el atıldı diye düşündüm. Serada yetiştirilmiş azman bir maydanoz demeti önümde duruyordu. Halbuki maydanozun ne kadar narin, ince yapılı ve gür olduğunu bilirsiniz. Getirilen maydanozun benim bahsettiğim maydanozla hiçbir alakası yoktu. Hanımefendiye, yapmakta olduğu maydanoz-limon kürüne bir hafta ara vermesini ve bir hafta sonra pazarlarda satılan normal büyüklükteki, küçük yapraklı maydanozları kullanmasını önerdim. Yaklaşık bir ay aradan sonra hanımefendi tekrar geldiler ve memnuniyetlerini bildiler.
 
Değerli okuyucu, sizlere bu satırları yazarken ne kadar sıkıntılı olduğumu anlatamam. Okuyucularıma maydanozu nasıl seçmeleri gerektiğini de kitabımda açıklamam gerekiyor. İri ve geniş yapraklı, iri sapları ve dalları olan kocaman maydanozları ne kür amaçlı olarak, ne de salatalarınızda kullanmayınız. Pazardan satın alacağınız maydanozların saplarıyla beraber boyları yirmi santimi geçmemeli. Yaprakları bol, yeşil ve küçük olmalı. Gövde sapları ince olmalı.
 
Kür için kullanacağınız maydanozların aynı zamanda yapraklarının renk atmamış olmasına özen gösteriniz. Sararmaya yüz tutmuş olanlarını kesinlikle kullanmayınız. Satın aldığınız maydanozların körpe, taze ve diri olmasına da dikkat ediniz.   
 
Dikkat
Hamile bayanların, hamileliklerinin ilk üç ayında bu kürü uygulamamaları gerekir. Hamile bayanların hamilelikleri boyunca hekimlerine danışmadan ilaç kullanmaları veya kendi başlarına bitkisel kür uygulamaları da yanlıştır.
 
Karaciğer yağlanması (Hepatosteatoz)
Karaciğer yağlanmasıkaraciğer hücrelerinde aşırı yağ birikmesidir. Yetişkinlerden her dört kişiden birinde az veya çok karaciğer yağlanmasıyla karşılaşılmaktadır. Karaciğer yağlanmasının hissedilebilir belirtileri yoktur. Karaciğer yağlanması UltraSonoGrafi (USG) yardımıyla kolayca tespit edilebilir.
 
Alkol kullanımı, karaciğerin yağlanmasının birinci sıradaki sebeplerindendir. Hepatit B veya hepatit C geçirmiş olanlarda tetrasiklin grubuna giren antibiyotiklerin kullanılması, bazı antiviral ilaçların kullanımı, kortikosteroid (kortizon) kullanımı, protein bakımından zayıf beslenme, Wilson hastalığı ve diğer bazı ilaçların kullanımı hepatosteatoza, yani karaciğer yağlanmasına neden olabilmektedirler.
 
Karaciğer yağlanması karaciğer hücrelerinin hasar görmesine de neden olmaktadır. Zarar görmeye başlayan karaciğer hücrelerinin en iyi belirteci, karaciğer enzimlerinden ALT ve AST değerlerinin yükselmesiyle gözlenebilir ve tespit edilebilir. Altta yatan başka bir karaciğer rahatsızlığı yoksa çok çabuk düzeltilebilir. Karaciğer yağlanması olanların mutlaka, altta yatan başka bir rahatsızlığının olup olmadığına bakılmalıdır. Çünkü başka rahatsızlıklar karaciğer yağlanmasının nedeni olabilir. Karaciğer yağlanmasına karaciğer iltihaplanması ve fibrozis de eşlik edebilir. Bu konuda size en doğru bilgiyi verecek olan hekiminizdir.
 
Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması tedavi edilmediği takdirde aşama aşama, fibrozis ve siroza kadar ilerleyebilir. Alkole bağlı karaciğer yağlanması, alkol kullanımı kesildikten kısa bir süre sonra düzelir. Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmasının tedavisinde en önemli tedbirler şöyle sıralanabilir:
 
·         Kilo vermek
·         Şeker hastalığı varsa hastaların kan şekerinin normal düzeye ayarlamak
·         Kolesterol ve yağdan fakir beslenmek
·         Tetrasiklin grubu antibiyotikleri sürekli kullanmamak
·         Kortizon ve paracetamol (ağrı kesici) ilaçların kullanımına dikkat etmek
·         Kuruyemiş, sakatat, salam, sucuk, tereyağı, yağlı et, yumurta tüketilmemesine özen göstermek
 
Ayrıca, yapmış olduğum araştırmalarımda özellikle ceviz ve taze beyaz üzümün karaciğer yağlanmasını tetiklediğini ve artırdığını gördüm. Bu sebeple karaciğer yağlanması tedavisi esnasında ceviz ve beyaz üzüm tüketimine ara vermek gerekmektedir.
 
Değerli okuyucu, karaciğer yağlanmasına karşı geliştirmiş olduğum maydanoz-limon kürü ve onu takiben uygulanacak olan lavanta kürü kısa zamanda etkisini göstermekte ve size sağlıklı yaşama doğru adım attırabilmektedir.
  
Kür 1: Hepatit-B hastaları için
Yarım litre kaynamakta olan suya on-oniki adet taze maydanozu saplı olarak ilave ediniz. Ağzı kapalı olarak kısık ateşte üç dakika haşlayınız. Soğuduktan sonra suyunun yarısı sabah kahvaltısından yarım saat önce veya kahvaltıdan en az bir saat sonra, diğer yarısı da akşam yemeğinden yarım saat önce veya akşam yemeğinden en az bir saat sonra içilir. Her gün taze olarak hazırlanması gerekir. Akşam içilmesi için kalan diğer yarısı mutlaka buzdolabında koruma altına alınmalıdır.
 
Kür 2: Gençleşmek, cildi güzelleştirmek ve vücudu arındırmak
Saplı olarak onbeş-onaltı tane taze maydanozu elinizle biraz parçalayıp mutfak robotunuza veya blendırınıza atınız. Üzerine yarım limon suyu (iki yemek kaşığı) ve yarım bardak su ilave ediniz. Mutfak robotunuzu çalıştırınız, iyice karıştırdıktan sonra sabah kahvaltısından yarım saat önce aç karnına tamamını içiniz. En erken yarım saat sonra kahvaltıya başlanabilir. Onbeş gün ara vermeden her sabah bu kürü uygulayınız ve onbeş günlük uygulamadan sonra bir hafta ara veriniz. Bir hafta aradan sonra tekrar onbeş gün aynı şekilde uygulayınız ve kürü sonlandırınız. Beş-altı ay sonra durumunuza göre bu kürü aynı şekilde tekrar edebilirsiniz.
 
Kür 3: Karaciğer yağlanmasına karşı
Karaciğer yağlanmasına karşı iki numaralı kür sadece onbeş gün uygulanır. Bu küre ilave olarak (paralel olarak) aynı günlerin akşam yemeklerinden iki saat sonra lavanta kürü de uygulanır. Uygulanacak olan lavanta kürü, lavanta bölümünde hepatit hastalarının uyguladıkları kürün aynısıdır.
 
Kısaca, onbeş gün boyunca her gün sabahları aç karnına maydanoz-limon, akşam yemeklerinden iki saat sonra da lavanta kürlerinin uygulanması gerekir. Duruma göre ileriki aylarda kür tekrar edilebilir.

Kür 4: Depresyon ve korkuya (angsiyete-panikatak) karşı
Bu kürü uygulamadan önce,ıspanak bölümünü ve ıspanak bölümünün sonundaki tere otu ile ilgili bölümleri de okuyunuz.Kullanacağınız tere ve maydanozun sararmamış olmasına dikkat ediniz.Sararmış olanları kullanmayınız.
Kullanılacak olan bitkiler maydanoz,ıspanak ve tereotudur.Sabah,maydanoz-ıspanak,akşam ise, ıspanak-tereotu karışımı kullanılır.Kısaca:

Sabah         (maydanoz + ıspanak) karışımı uygulanır.
Akşam         (tereotu + ıspanak) karışımı uygulanır.

Saplarıyla birlikte beş-altı yaprak ıspanak ve on-oniki tane maydanoz saplı olarak kaynamakta olan yarım litre suya atılır ve ağzı kapalı olarak hafif ateşte üç dakika yavaş yavaş haşlanır.Soğumaya bırakılır.Soğuduktan sonra suyu içilir.Her gün sabah taze olarak hazırlanır.Aynı günün akşamı ise ıspanak ile tere karışımı hazırlanır.Kaynamakta olan yarım litre suyun içerisine beş-altı adet saplarıyla birlikte ıspanak ve dokuz-on tane tere (saplarıyla beraber) atılır ve ağzı kapalı olarak hafif ateşte üç dakika haşlanır.Ilıdıktan sonra suyu içilir.Sabah ve akşam için ayrı ayrı hazırlanan bu karışımlar bir hafta boyunca her gün uygulanır.Bir hafta her gün uygulandıktan sonra ikinci haftada iki günde bir uygulanırken üçüncü haftada üç günde bir uygulanır.Ondan sonraki haftalarda haftada bir olmak üzre iki ay boyunca uygulanır ve kür tamamlanmış olur.İhtiyaca göre bu kür altı ayda bir tekrarlanabilir. Her iki karışımda yemekten yarım saat önce veya yemekten en az bir saat sonra içilir.
 
 
 
 
 Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.
SarıKantaron
SarıKantaron

Altın sarısına benzeyen çiçeklerinden dolayı ona sarı kantaron da denilmektedir. Onu hemen hemen her ülkede bulmak mümkündür. Avrupa, Asya, Kuzey Afrika ve Amerika Birleşik Devletlerinde yetişen bir bitkidir. Ülkemizde, yöreden yöreye değişen isimleri var, Mayasıl otu, Kılıç otu, Binbirdelik otu gibi… Osmanlının otacı kültüründe de yerini almış saygın bir bitkidir.

Geleneksel tıp, onu antidepresan olarak kullanmaktadır. Hafif ve orta şiddetteki depresyon tedavisinde önerilmektedir. Almanya’da bir yılda enaz iki milyon kez reçete edilmektedir. Doğal haliyle yaprak, sap ve çiçekleri ile beraber de kullanılabilir. Avrupa’da eczanelerde 50 ile 100 g poşetlerde doğal haliyle de satılmaktadır. Sarı kantaron bitkisinin ana etkin maddesi hypericin, onun latince adından kaynaklanır. Antidepresan etkisi hypericinin dışında  yapraklarında zengin olarak bulunan değişik flanovidlerden ve sadece çiçeklerinde bulunan trollixanthin maddesinden kaynaklanır. Ayrıca, bitkinin yaprak, sap ve çiçeklerinde bulunan hyperforin etkin maddesi sedatif (sakinleştirici) etkilidir.

Hekiminiz kullandığınız antidepresan ilacınızı yavaş yavaş azaltmanıza karar verdi ise, ve  tekrar eski depresyon hallerim tekrarlarsa endişesi çekiyorsanız, hekiminize danışarak,  sarı kantaron bitkisinin desteğini alabilirsiniz. Avrupa’da çok sayıda hekim antidepresan ilaçlarını azaltırken, Sarı Kantaron bitkisinin desteğini hastalarına sunarak, tekrar başa dönme riskini veya endişesini minimuma indirmektedirler. Uzun dönem kullanılan antidepresanlar, hekim kontrolünde azaltılarak terk edilir. Bu azaltma esnasında "reseptör açlığı" adı verilen tekrar başa dönüyorum endişesine karşı, sarı kantaron bitkisinin desteği alınabilir.

Antikanserojen ve antitümoral etki
Son yıllarda yapılan araştırmalarda sarı kantaronun içerdiği hypericin ana etkin maddesinin antikanserojen gücüne büyük oranda ilgi artmıştır. Hiçbir bitkiyi tek başına ana etkin  maddesinden dolayı ön plana çıkarmamak gerekir. Çünkü, ana etkin maddenin işlevini artırıcı ve fonksiyonel kılan daha çok sayıda yardımcı ve promotor etkin maddeleri de vardır. Sarı kantaron bitkisinin de bu anlamda özellikle bağırsak ve meme kanserlerinin yardımcı tedavisinde quercitrin, rutin, pyrogallol, lutein, phloroglucinol ve pectin gibi doğrudan ve promotor olarak fonksiyonel etkin maddeleri bulunmaktadır.

Adet günlerini sancılı geçiren bayanlara bitkisel destekleyici olarak Civanperçemi mükemmel bir yardımcıdır. Adet gününe bir hafta kala, Civanperçeminin çayı günde bir kez içildiğinde  regliye bağlı sancılar yaşamazlar. Bir haftalık kürü her regli döneminde tekrar etmeleri gerekir. Kantaron bitkisi üzerine yapmış olduğum araştırmalarımda, sarı kantaron bitkisinin çayı birkaç adet dönemi öncesi içildiğinde, adet dönemlerine bağlı sancıları ortadan kaldırabilme gücüne sahip olmasıdır.

Dikkat
Radyoterapi ve kemoterapi esnasında sarı kantaron bitkisinin kullanılmaması gerekir. Özellikle radyoterapi alan veya alacak olan hastaların sarı kantaron bitkisini kullanmamaları gerekir. Kemo- ve radyoterapi seansları tamamlandıktan en erken bir ay sonra sarı kantaron bitkisinin yardımcı ve destekleyici gücünden faydalanabilirler. Işın tedavisi ve/veya kemoterapi alan hastalarda trombozit (platelet) değerleri düşüş gösterebilmektedir. Sarı kantaron bitkisinin içeriğinde bulunan hyperosid maddesi, trombozit düşüşüne neden olabilmektedir. Kanama riski olan siroz hastalarının da sarı kantaron bitkisinden uzak durması gerekir.

Sancılı geçen adet dönemlerine karşı
İki bardak (yaklaşık 300 ml) su kaynatılır. Su kaynadıktan sonra içerisine 1 tatlı kaşığı tepeleme kurutulmuş kantaron bitkisi (kökleri hariç) ilave edilir. Yaklaşık 1 dakika kısık ateşte kaynatılır ve ılımaya bırakılır. Ilıdıktan sonra süzülür. Yudum yudum sadece 1 bardak içilir. Adet gününe bir hafta kala başlanır ve adet başlayana kadar günde bir kez hazırlanıp içilir. En uygun içim zamanı akşam yatağa gitmeden 1 saat öncesidir. İçildiği günlerde sakin ve huzurlu bir uyku imkânı da sağlar.

Prolaktin hormonu yüksekliği
Bayanların prolaktin hormonu şikayetlerine karşı sarı kantaron çayı ideal bir yardımcı tedavi imkanı sunmaktadır.


Sütleğen
Sütleğen

Latince adı: Codiaeum variegatum, Syn.: Croton variegatus L.
Almanca adı: Kroton

Sütleğen bitkisinin taze yapraklarının veya taze incir yapraklarının kırıldıktan sonra açığa çıkan sütünün siğillere karşı önerildiği çok eskiden beri bilinmektedir. Benim araştırmalarımda gördüğüm; söğüt ağacının yaprağının siğillere karşı çok daha etkin gücünün olduğudur.

Dikkat: Sütleğen otunun sütü zehirlidir. Kesinlikle ağız yoluyla tadına bakmayınız. Küçük çocukların ellerindeki siğile sürdüğünüz taktirde ellerini ağzına götürmemelerine dikkat ediniz.


Taze Beyaz Üzüm
Taze Beyaz Üzüm
Latince : Vitis vinifera L.
İngilizce : Grape
Almanca : Weintrauben
Özellikleri : Kronik yorgunluğa karşı kalpteki aritmi, extrasistole karşı tüm meyvelere göre en güçlü antioksidan organları ve kanı arındırıcı gerçek bir damar dostu teskin edici kalbi ve kalp kapakçıklarını enfeksiyona karşı koruyucu
­­­­­­­­­­­­­­­
Taze beyaz üzüm, bilinen tüm meyveler içerisinde en geniş spektrumlu antioksidandır. Hiç bir meyvede, üzümde olduğu kadar kimyası birbirinden farklı antioksidan özellikli madde yoktur. Kısaca, taze beyaz üzüm bilinen tüm meyveler içerisindeki en güçlü antioksidandır ve en az onbeş tane antioksidan özellikli etkin madde içerir. Taze beyaz üzümün geniş spektrumlu antioksidan olması, pro-oksidan, NO-Scavenger, antiperoksidan, peroxynitrite-Scavenger özellikli etkin maddeleri aynı anda içermesinden kaynaklanır. Bu özellik ağırlıklı olarak sadece taze beyaz üzümde bulunmaktadır. Eğer gerçekten beyaz üzümün tüm bu özelliklerinden faydalanmak istiyorsanız, onu tüketirken ölçülü olmak zorundasınız. Günde yarım kiloyu kesinlikle geçmemeniz gerekir. Bu ölçünün üzerine çıkmadığınız takdirde, onun tüm şifa veren özelliklerinden azami derecede (maksimum) itifade ediyorsunuz demektir. En doğru tüketim şekli, öğleden sonraları en fazla 250-300 gram taze beyaz üzümü bir defada tüketmektir.
 
Yoğun bir çalışma temposu içerisinde ve stres altındaysanız, öğleden sonraları tüketeceğiniz yarım salkım üzümün (yaklaşık 250-300 gram) en geç yarım saat sonra sizi nasıl rahatlattığını, stresinizin nasıl kaybolduğunu, yorgunluğunuzun adeta buharlaşır gibi üzerinizden nasıl kalktığını ve dinlendiğinizi hayretle hissedeceksiniz. Tüm bunlara ilave olarak kendinizi daha dinç ve daha enerjik hissetmeye başlayacaksınız. Daha etkili olur düşüncesiyle, yukarıda belirttiğim ölçünün üzerine çıkmayınız. Ancak şeker hastalarının bu konuda hekimlerine danışmadan uygulamaya geçmemeleri gerekir. Eğer kronik yorgunluktan şikâyet ediyorsanız haftada bir kaç defa tüketeceğiniz bir bardak taze beyaz üzüm suyu bu yorgunluğunuzun ortadan kalkmasında büyük bir destek olacaktır.
 
Taze beyaz üzümün sedative (sakinleştirici) özelliği içerdiği dokuz tane birbirinden farklı maddeden kaynaklanmaktadır. Bunlar arasında nerol, gaba, benzyl-alcohol ve alpha-terpineol en önemlileridir. Gaba aynı zamanda tranquilizer, sedative, hypotensive (tansiyon düşürücü) ve antistress özelliklidir. Üzümde bulunan gaba maddesinin tansiyon düşürücü özelliği de varmış düşüncesine kapılıp, üzümü bir tansiyon düşürücü ilaç olarak düşünmek yanlıştır.
 
Taze beyaz üzüm ve taze siyah üzümü tüketirken ölçülü olmaları gereken iki grup vardır. Bunlardan birincisi ilk dört ayını tamamlamamış hamile bayanlardır. İkinci gruptaysa hekimleri tarafından karaciğer yağlanması teşhisi konulmuş kişiler yer almaktadır. Hamile bayanların taze üzüm tüketimlerinde ölçülü olmalarını gerektiren neden taze üzümün içerdiği ellagik asittir. Bu asit, abortifacient (düşük yaptırma) özelliğine sahiptir. İkinci bir nedeni de yine taze üzüm çeşitlerinin içerdiği diethyl-amin maddesinden kaynaklanır. Diethyl-amin teratogenic bir maddedir, yani bir embriyo yada fetusün gelişimini engelleyebilecek ve bozabilecek niteliktedir.
 
Karaciğer yağlanması teşhisi konulmuş olan hastaların da taze üzüm türlerinin tüketiminde ölçülü olmaları gerekir. Çünkü taze üzümün içerdiği betaine madde- sinin lipotropic (karaciğer yağlanmasına neden olan) özelliği vardır. Buradan hamile bayanların ve karaciğer yağlanması olanların kesinlikle taze üzüm yememeleri gerektiği sonucunu çıkartmayınız. Ancak, bu gruptaki kişilerin taze üzüm tüketimlerinde en az şeker hastaları kadar ölçülü olmaları gerekir.
 
Yukarıda taze beyaz üzümün ne denli rahatlatıcı olduğundan bahsetmiştim. Bu rahatlatıcı ve gerginliği alıcı özelliğini destekleyen kimyası birbirinden farklı en az oniki tane vasodilatif (damar genişletici) etkin madde içermesinden kaynaklanır. Damarların genişlemesiyle tansiyonunuzda da hafif bir düşme gözlenirken, genişleyen damarlarda kan daha rahat akar ve bundan dolayı da rahatlama doğal bir sonuçtur. Vasodilatif özelliği olan bu maddelerden bazıları aşağıdaki tabloda verilmiştir.
 
Tablo: Vasodilative (damar genişletici) özelliği olan etkin maddeler

 

Myricetin
Luteolin
Arginine
Kaempherol
Alpha-linolenic acid
Ferulic acid
Anthocyanins
 
 
Değerli okuyucu, yeri gelmişken tekrar belirtmekte fayda görüyorum. Yukarıdaki tabloda taze üzümde bulunan vasodilatif özelliği olan etkin maddeleri görüyorsunuz. Bu etkin maddelerin her birinin işlevlerini artıran ayrı ayrı medyatörler vardır. Bundan dolayı hiç bir bitkiyi içerdiği etkin maddelerinden dolayı değerlendirmeyiniz. O bitkiyi ve içindeki tüm etkin ve etkin olmayan maddelerini bir bütün olarak değerlendirmek gerekir.
 
Prostat ve meme kanserine karşı önleyici özelliği klinik deneyler ile kanıtlanmış olan lycopen maddesi üzümde de bulunmaktadır. Lycopen aynı zamanda güçlü bir antioksidan maddedir. Vücudumuzda oluşan biyokimyasal reaksiyonlar esnasında serbest radikal adı verilen, çok hızlı reaksiyona girerek özellikle hücre zarına veya hücre içindeki DNA ya zarar veren (mutasyon) maddeler oluşmaktadır.
 
İşte, hücreye zarar verebilen bu serbest radikallerin zararsız hale getirilmesinde etkin rol oynayan maddelere antioksidan madde veya kısaca antioksidan denir. Taze beyaz üzüm bilinen tüm meyveler ve sebzeler içerisinde en güçlü antioksidan özellikli olanıdır. Unutmayınız, her sebze ve her meyvede birkaç değişik antioksidan madde bulunmaktadır. Ancak, taze beyaz üzümle bu konuda hiç bir meyve veya sebze kıyaslanamaz. Taze beyaz üzümü mevsiminde ve günde bir salkımdan (200-250 gram) fazla olmamak kaydıyla tüketirseniz, o zaman onun antioksidan gücünden maksimum oranda faydalanabilirsiniz. Antioksidanlar üzerine birçok spekülasyon yapılmaktadır. Eczanelerin vitrinleri bu tür ithal tabletlerle doludur. Hekiminize danışmadan antioksidan tabletlerini kullanmayınız. Unutmayınız ki, vücudumuzun kendisi de çok güçlü tabii antioksidanlar üretmektedir.
 
Sağlıklı beslenmenin önemli kurallarından bir tanesi de yemeğin üzerine hemen tatlı veya meyvenin yenmemesidir. Yenilecekse, öğünlerden en az iki saat sonra yenilmesi gerekir. Ancak, taze üzüm bu kuralı bozar. Yemeğinizi yedikten sonra üzerine taze beyaz üzüm yiyebilirsiniz. Çünkü taze üzümün içerdiği bir asit türü, gerçek bir sialogogue (salya artırıcı) dur. Siz taze üzümünüzü çiğnerken öylesine fazla salya salgılaması olur ki, üzümünüzü yiyip bitirdikten sonra dahi bir müddet daha salya salgılandığından yutkunmaya devam edersiniz.
 
İşte bu, ağızdaki salyada bulunan pityalin enzimidir (alpha-amilaz)ve sindirimi kolaylaştırarak hızlandıran önemli bir enzimdir. “Sindirim ağızda başlar” kuralını hatırlayınız. Ağızda besinin iyice çiğnenmesi çok önemlidir. Çiğneme esnasında, besin ağızda ne kadar çok parçalanırsa (fiziksel olarak) midedeki sindirim o kadar kolay olur. Ağızda iyice çiğnenen besin salyada bulunan parçalayıcı enzimlerle iyice karıştığından (biyokimyasal olarak) sindirim çok daha kolaylaşır.
 
Kendi kendinize şu deneyi yapabilirsiniz. Bir gün boyunca acele etmeden tüm öğünlerinizde yemeklerinizi ve meyvelerinizi daha çok çiğnedikten sonra yutunuz. Bunu uyguladığınız günde yediklerinizi ne kadar kolay sindirdiğinizi, midenizin ne kadar rahat ettiğini ve genel olarak da bağırsaklarınızın ve karın bölgenizin (abdominal bölge) ne kadar gevşek ve rahat olduğunu hissedeceksiniz.
 
Bu rahatlığı yaşamanız, sizi sofrada daha uzun oturtarak doğru çiğneme alışkanlığını kazandırabilir ve yemeğinizi daha keyifli yemenizi sağlar. Bunu birkaç gün uygularsanız daha hızlı bir şeklide alışkanlık kazanabilirsiniz. Özellikle çoçuklarınızla beraber sofraya oturduğunuzda bunu mutlaka izah ederek onlara örnek olunuz. Sizin örnekleriniz onların gelecekteki alışkanlıklarını oluşturmaktadır. Memleketimizin sağlıklı nesillere ihtiyacı olduğunu unutmayınız.
 
Bazen keşke Mustafa Kemal Atatürk bir on yıl daha fazla yaşayabilseydi diyorum. Çünkü o dönemde kerevizin siroz hastalığına karşı olumlu etkisinin olduğu bilinmiyordu.  
 
Değerli okuyucu, unutmayınız ki, tüm zenginliğiniz, önünüzdeki yemeğinizi sağlık ve huzur içinde yiyebildiğiniz kadardır.
  
OPC    
Fransa, doymuş yağ oranı tüketiminin en fazla olduğu Avrupa ülkesidir. Fransız peynir çeşitleri yüksek oranda doymuş yağ içerirler. Doymuş yağlar sağlıklı ve dengeli beslenmede arzu edilmeyen yağlar sınıfındadır. Özellikle kalp-damar rahatsızlıklarının ortaya çıkmasında tıbbın suçladığı bu tür yağlardır. Kalp damarlarının içten yağ bağlayarak giderek daralmasında ve ileri aşamalarda da tamamen tıkanmasında etken olan yüksek doymuş yağlardır. Bu durum yapılan klinik araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Kalp-damar rahatsızlığı olanlara hayvansal yağ tüketiminde ölçülü olmaları belirtilir. Çünkü hayvansal yağlarda doymuş yağ oranı çok yüksektir.
 
Fransızların, yüksek doymuş yağla beslenmelerine rağmen, düşük orandaki kalp-damar hastalıklarının sebebi son yıllarda araştırma konusu olmuştur. Bu konuda çalışan birçok bilim adamı OPC’nin önemli bir rol oynadığı fikrinde birleşmişlerdir. OPC üzüm, üzüm çekirdeği ve şarapta bulunmaktadır. Nedir OPC? OPC (Oligomeric ProanthoCyanidin) üzüm çekirdeğinde bulunan çok güçlü bir antioksidan maddedir. OPC’nin en önemli özelliği kan yağının ve kolesterolün oksitlenmesini önlemeye çalışmasıdır. Kısaca, OPC kan yağının ve kolestrolün serbest radikaller tarafından oksitlenmesine engel olmakta (antioksidan) ve bu sayede kalp damarlarında yağ birikimine engel olabilmektedir. Fransa’da üzüm çekirdeği ve çam ağacı kabuklarının karışımından elde edilen OPC zayıf kan damarlarının tedavisi için onaylanmış bitkisel bir ilaçtır.
 
OPC üzerine yazmama neden olan birinci sebep, üzüm çekirdeğiyle ilgili olan çalışmalarımı tamamlamış olmamdır. Üzümü yerken ara ara çekirdeklerini de çiğnemek çok faydalıdır. Üzüm çekirdeği dişlerinizin arasında ezilirken, içerdiği OPC-kompleksi de açığa çıkacaktır. Bu OPC-kompleksinin öylesine güçlü antioksidan özelliği vardır ki bugüne kadar araştırılmış ve incelenmiş hiçbir meyvede ve çekirdeklerinde bu özellikte ve güçte antioksidan yoktur. Üzümün kendisinde de OPC vardır. Ancak, çekirdekleri çok daha güçlü olan OPC-kompleksi içerir. Üzümün çekirdeklerin dişlerinize zarar vermeyecek şekilde dikkatlice çiğnemeniz gerekir. Bu çekirdekte bulunan OPC-kompleksi, özellikle yıllar içerisinde kırılganlaşan kılcal damarların esneklik kazanmasında ve kan sirkülasyonunda önemli bir takviyedir. Cilt hücrelerine oksijen ulaşımını hızlandırma ve cilde tazelik verme özelliği de vardır. Kalp damarlarının içten yağ bağlamasında da önleyici gücü mevcuttur.
 
Yukarıda üzümün özelliklerini belirtirken organları ve kanı arındırdığını belirtmiştim. Arındırma kavramından neyi anlatmak istediğimi kısaca açıklamak istiyorum. Aldığımız besinler değişik ağır metaller içermektedirler. Her ne kadar bu ağır metaller içtiğimiz sularda veya aldığımız besinlerde eser miktarlarda bulunuyorsa da özellikle karaciğer, akciğer, böbrekler ve yağ dokularında zaman içerisinde birikmekte ve sağlığımızı olumsuz yönde etkileyerek bazı rahatsızlıkların ortaya çıkmasında etken olmaktadırlar. İnsan sağlığını önemli ölçüde olumsuz etkileyen ağır metallerin başında kurşun, kadmiyum, cıva ve nikel gelmektedir. Vücudumuzda zaman içerisinde birikebilen bu ağır metaller birer toksindir. Ağır metal emisyonlarının başlıca kaynakları kâğıt, petrokimya, gübre, petrol rafinerileri, çelik, cam, çimento, tekstil ve deri sanayidir. Ayrıca araçların egzos gazlarında da ağır metaller bulunmaktadır. Soluduğumuz havadan içtiğimiz suya, tükettiğimiz balıktan yediğimiz sebze ve meyveye kadar hemen hemen herşeyin içinde bu ağır metaller mevcuttur. Bu durum sanayileşmenin ve teknoloji kullanımının doğal bir sonucudur.
 
Bu sanayi kollarında çalışan ve çevresinde yaşayan kişilerle, büyük kentlerde yoğun araç trafiği içinde hayatlarını geçiren kişilerin maruz kaldıkları ağır metal emisyonuna karşı vücutlarını arındırmak için üzüm en güzel çaredir. Üzüm bilinen tüm meyveler içindeki en güçlü metal-chelator özellikli meyvedir. Yani vücudumuzun değişik organ ve dokularında biriken ağır metallerin dışarı atılmasını sağlar. Vücudumuzun bu ağır metallerden temizlenmesine “arındırma” diyoruz. Arındırma sadece ağır metallerin uzaklaştırılması anlamına gelmez. Tükettiğimiz besinlerin birçoğu organik yapılı toksinler de (zehir) içermektedir. Organik yapılı toksinlerin uzaklaştırılmasında üzümün bir etkisi yoktur. Organik yapılı toksinlere verilecek bir örnek, zirai ilaçların sebze ve meyveler üzerindeki kalıntılarının vücuda alınması örneğidir. Çünkü tarımda kullanılan zirai ilaçlar organik toksinlerdir. Ağır metaller ise inorganik toksinlerdir. Organik yapılı bu toksinlerin uzaklaştırılmasında da en güçlü sebze beyaz lahanadır. Bu konuda ilgili bölüme bakınız.
 
Kalp ritmi bozukluğu ve taze beyaz üzüm
Taze beyaz üzüm kürünün kalpteki ritim bozukluğuna karşı önleyici ve tedavi edici gücü bulunmaz bir özelliktir. Kalbinde arithmi, extrasistol şikâyeti olanların günde 200-250 gram tüketecekleri taze beyaz üzüm bir mucizedir diyebilirim. Taze beyaz üzümü kür olarak uygulayarak bu şikâyetlerinden kısa zamanda kurtulmuş onlarca insan tanıyorum. Kısaca, kalbinde ritim bozukluğu şikâyeti olanların uygulayacakları taze beyaz üzüm kürü onlar için bulunmaz bir nimettir. Taze beyaz üzümün kurutulmuşu (kuru üzüm) bu amaçla kullanılmaz. Yeri gelmişken tekrar belirtmekte fayda görüyorum, daha çabuk düzelerim veya daha çabuk etki etsin diyerek size önerilmiş olan ölçünün üzerine çıkmayınız.
 
Reservatrol
Reservatrol, taze beyaz üzümün kabuklarında bol miktarda bulunan çok önemli bir etkin maddedir. Kötü huylu kolesteorol (LDL) seviyesini düşüren, damar sertliğini önleyen ve antioksidan özellikli etkin bir maddedir. Reservatrol, son yıllarda üzerinde çok sayıda araştırmanın yapıldığı bir maddedir. Yakın gelecekte bu etkin maddenin yepyeni yönleri ortaya konacaktır.
 
Dikkat
Eğer vücudunuzun herhangi bir yerinde zor kapanan veya henüz kapanmamış bir yaranız varsa üzüm, üzüm çekirdeği ve ceviz tüketiminden yara kapanana kadar kesinlikle uzak durunuz. Üzüm ve ceviz tüketimi yaraların kapanmasını geciktirir, hatta yarayı azdırma gücü vardır.
  
Dikkat
Kanda uzun süreli iltihap bulunması önemli ve ağır sonuçları olabilecek sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilir. Örneğin, kalp romatizmasına neden olabilir. Taze beyaz üzümün, özellikle kalp kapakçıklarına enfeksiyonun yerleşmesini engelleme gücü vardır. Ayrıca, bademcik enfeksiyonuna bağlı faranjitin (tonsillo-farenjit) vücudumuzdaki organlara (özellikle kalp) vereceği zararı önlemedeki gücü de bulunmaz bir nimettir. Bu tür riskli hastalar için taze beyaz üzüm suyu mükemmel bir önleyici ve koruyucudur. Özellikle düzenli olarak belirli bir müddet kırmızı turp veya taze beyaz üzüm tüketmenin kandaki enfeksiyonun organlara zarar vermesini ve yerleşmesini önleyici gücü bir mucizedir diyebilirim.
 
Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.

İncir (kuru)
İncir (kuru)
Kuru incir, mükemmel bir kan yapıcıdır. Öylesine güçlüdür ki, kısa zamanda alacağınız sonuç sizi şaşırtacaktır.
 
Kür 1: Kan yapıcı
Yarım litre kaynamakta olan klorsuz suya sekiz-dokuz adet kuru inciri ilave ediniz ve yedi dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Yedi dakika tamamlandıktan sonra ılımasını bekleyiniz. Ilıdıktan sonra süzülür. Üçe veya ikiye bölerek öğünlerden on-onbeş dakika önce aç karına içilir. Bu kürün uygulaması
 
2x21U+7A
 
   21 gün uygulama+7gün ara+21 gün uygulama
toplam 42 günlük kür
 
şeklindedir. Bu formülün anlamı şudur: İki defa yirmibir gün uygulanır ve her yirmibir gün tamamlandığında yedi gün ara verilecektir. Toplam uygulama süresi kırkiki gündür. Uygulama sürelerine yedi günlük aralar dahil değildir. Her defasında günlük hazırlanması gerekir. Kuru incirleri bir kere koparıp veya bıçakla bir kez kestikten sonra kaynamakta olan suya ilave ediniz. Kuru incirlerin dışında beyaz pudrası varsa, soğuk su altında önce yıkayıp sonra ilave ediniz.
 
Kür 2: Yumurta çatlatıcı ve hamile kalmayı kolaylaştırıcı
Bir litre kaynamakta olan klorsuz suya onbeş-onaltı adet kuru inciri ilave ediniz ve yirmi dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Yirmi dakika  tamamlandıktan sonra ılımasını bekleyiniz. Ilıdıktan sonra süzülür. Üçe veya ikiye bölerek öğünlerden on-onbeş dakika önce aç karnına içilir. Bu kürün uygulaması,
 
2x25U+7A
 
25 gün uygulama+7 gün ara+25 gün uygulama
toplam 50 günlük kür

 
şeklindedir. Bu formülün anlamı, iki defa yirmibeş gün uygulanır ve her yirmibeş gün tamamlandığında yedi gün ara verilecektir. Toplam uygulama süresi elli gündür. Uygulama sürelerine yedi günlük aralar dahil değildir. Her defasında günlük hazırlanması gerekir. Kuru incirleri bir kere koparıp veya bıçakla bir kez kestikten sonra kaynamakta olan suya ilave ediniz. Kuru incirlerin dışında beyaz pudrası varsa soğuk su altında önce yıkayıp sonra ilave ediniz.
 

Kür 3: Bronşite karşı

Yarım litre kaynamakta olan klorsuz suya yedi-sekiz  adet kuru inciri ilave ediniz ve on dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. On dakika tamamlandıktan sonra ılımasını bekleyiniz. Ilıdıktan sonra süzülür. Üçe veya ikiye bölerek öğünlerden on-onbeş dakika önce aç kanrına içilir. Bu kürün uygulaması,

 

2x10U+3A

 

10 gün uygulama+3gün ara+10 gün uygulama
toplam 20 günlük kür

şeklindedir. Bu formülün anlamı şudur: İki defa on gün uygulanır ve her on gün tamamlandığında üç gün ara verilecektir. Toplam uygulama süresi yirmi gündür. Uygulama sürelerine üç günlük aralar dahil değildir. Her defasında günlük hazırlanması gerekir. Kuru incirleri bir kere koparıp veya bıçakla bir kez kestikten sonra kaynamakta olan suya ilave ediniz. Kuru incirlerin dışında beyaz pudrası varsa soğuk su altında önce yıkayıp sonra ilave ediniz.

 
 
Not:Hekiminizin önerdiği ilaçlar varsa, mutlaka kullanınız. Bu bitkiye karşı alerjiniz olup olmadığını öğreniniz. Bu kitaptaki tüm bitkisel kürler ancak ve ancak yetişkinler içindir. Burada okuduğunuz bilgilerin, yardımcı ve destekleyici olduğunu gözardı etmeyiniz. Hekiminize danışmadan buradaki bilgilerle kendi kendinize kesinlikle teşhis koymayınız ve uygulamayınız. Unutmayınız ki, hastalık yoktur, hasta vardır. Her hastalığın seyri insandan insana değişir. Teşhisi koyacak olan ancak, bir hekimdir.

Papatya
Papatya

 

Latince adı :           Anthemis nobilis
İngilizce     :            Camomile
Almanca    :            Kamille
Özellikleri :            Sinüzite karşı antidepresan (regl dönemlerinde) etkili saç rengini açıcı saç derisindeki kaşıntılara karşı diş etlerini koruyucu kemoterapiye bağlı ağızda gelişen yaralara karşı
 
 
Papatya sinüzit şikâyeti olanlara mükemmel bir çözüm getirmektedir. Papatya kürünün uygulaması çok kolaydır. Bu kürü yıllardır sinüzit şikâyeti olan birçok kişiye önermiş bulunmaktayım. Bu uygulamanın sonuçları öylesine başarılı olmuştur ki uygulayan her kişinin mutluluğu bu probleme çözüm getirmiş olmamın sevincine sevinç katmaya devam etmektedir.
 
Sinüzite karşı kullanacağınız papatyayı, aktarlardan, eczanelerden veya marketlerden temin edebilirsiniz. Ancak, marketlerde poşet çay türünde satılan papatya çayları yeterli derecede etkili olmamaktadır. Aktarlarda açık olarak satılan kır papatyası hem çok daha ucuz hem de çok daha etkilidir.
 
Pek çok bayan regl dönemlerinde depresiftir. Regl dönemleri boyunca her gün tok karnına demleyip içecekleri bir bardak papatya çayı, depresif durumlarına büyük ölçüde yardımcı olacaktır. Papatya, adeta reglden dolayı sıkıntılı ve depresif bir dönem geçiren bayanlar için özel olarak yaratılmış bir bitki çeşididir. Bayanların regl dönemlerini rahat ve huzurlu geçirebilmeleri için önemli bazı önerileri kitabın sonundaki Açıklama 8‘ de bulabilirsiniz.
 
Mide ülseri şikâyeti olanlar, papatyayı rahatlıkla bitkisel çay olarak içebilirler. Özellikle çiçeklerinin içerdiği alfa-bisabolol maddesi ülsere karşı (antiulcer) etkilidir. Bu etkin madde aynı zamanda mide yanmasına karşı da etkisini göstermektedir. Yapraklarında ve saplarında bulunan azulene maddesi de mide ülserine karşı etkilidir. Özellikle kır papatyasının yapraklarında ve saplarında bulunan apigenin maddesi, bayanların regl dönemlerindeki depresif durumlarına karşı etkili olan birkaç etkin maddeden biridir. Karaciğeri koruyan herniarin maddesi kır papatyasının tipik etkin maddelerinden biridir. Ayrıca, karaciğerin arındırılmasındaki rolü sinapic asitten kaynaklanmaktadır. Kır papatyasının zaman zaman bitkisel çayının içilmesi, karaciğer metabolizmasının sağlıklı çalışmasında ve karaciğerin arındırılmasında (hepato-detoxification) etkin rol oynamaktadır.
 
Papatyaları mevsiminde siz de toplayabilirsiniz. Çiçekleri tam olarak açtıktan sonra en geç on gün içinde toplanmalıdır. Çok fazla beklemiş veya beyaz çiçek yaprakları kısmen dökülmüş olanları toplamayınız. Araç trafiğinin yoğun olduğu yol kenarlarında yetişenleri tercih etmeyiniz. Kurutacağınız papatyaları, belki tozludur diye kesinlikle yıkamayınız. Bu güler yüzlü çiçekleri topladıktan sonra, bir tahta veya bez üzerinde açık havada ve gölgede kurutmak gerekir. Kuruturken, naylon veya benzeri sentetik malzeme üzerine kesinlikle sermeyiniz. Kuruduktan sonra cam kavanozda ve ışık almayan kapalı bir dolapta koruma altına almanız gerektiğini unutmayınız.
 
Sağlıklı diş etlerine mi sahip olmak istiyorsunuz?
Bir su bardağı suda bir tutam (4-5 gram) kır papatyasını beş dakika hafif ateşte demleyiniz ve süzünüz. Ilıdıktan sonra diş fırçanızı içine daldırarak dişlerinizi fırçalayınız (diş macunuyla önceden fırçalamadan). Ara ara da diş etlerinize fazla bastırmadan hafif hafif fırçalayınız. Demlediğiniz papatya çayı bir defalık kullanım içindir. Ayda iki-üç defa uygulamanız yeterli olacaktır.
 
Kür 1: Sinüzite karşı
Tencerede yaklaşık yarım litre suyu kaynama noktasına getiriniz. İki tatlı kaşığı kurutulmuş papatyayı veya dört poşet papatyayı hafif hafif kaynamakta olan suyun içine atınız. Başınızı havluyla örterek, yüzünüzü buharına tutunuz ve burnunuzdan nefes alıp veriniz. Arada ağzınızdan da nefes alıp veriniz. Bu uygulamayı beş dakika tatbik ediniz. Beş dakika tamamlandıktan sonra yarım saat ara verip tekrar beş dakika aynı şekilde başınızı havluyla örterek uygulayınız. Ertesi gün aynı şekilde beş dakika uygulayıp yarım saat ara veriniz ve tekrar beş dakika uygulayınız. Akıntının gelmeye başladığı gün, üç gün ara veriniz. Bazı durumlarda ilk günün ilk beşinci dakikasında akıntı gelmeye başlar. Bazı durumlardaysa ikinci veya daha sonraki günlerde akıntı gelmeye başlar. Yeterli rahatlama sağlandıktan sonra ileri tarihlerde zaman zaman uygulama tekrar edilebilir.
 
Kür 2: Bayanların depresif geçen regl dönemlerine karşı
Regl dönemleri boyunca her gün tok karnına, demleyip içecekleri bir bardak papatya çayı, bayanların depresif durumlarına büyük ölçüde yardımcı olacaktır. Eğer regl döneminden üç gün önce başlanırsa çok daha etkili olacaktır. Bu kürü uygularken dikkat edilmesi gereken nokta, papatya çayının tok karnına içilmesidir. Öğle veya akşam yemeğinden yarım saat sonra içmek en uygun zamanlama olacaktır.

Kür 3: Kemoterapiye bağlı ağız yaraları
Bir bardak suda 1 tutam (yaklaşık 5-6 gram) kır papatyası 5 dakika kaynatılır (kısık ateşte). Ilıdıktan sonra süzülür ve günde birkaç kez ağızda çalkalanır. İçilmesinde bir mahsur yoktur.
 
 
 Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.
Söğüt yaprağı
Söğüt yaprağıFotoğrafta görülen söğüt ağacının yapraklarını siğillere karşı önermekteyim. Söğüt yaprağında bulunan salicase, vimalin, 5-hydroxy pipecolik asit, ve salicin maddelerinin aynı anda bulunması Allah'ın bizlere sunduğu sonsuz lutuflarından bir tanesidir. Bu nasıl bir düzendir ki, bu etkin maddeler, sadece ve sadece söğütün yaprağında birarada bulunabiliyor. Bu dört etkin maddenin birarada bulunması yepyeni kapıları açıyor. Her geçen gün ne kadar aciz ve cahil olduğumu anlıyorum. Ve sınırsız  ilim sahibi olan Allah'a şükrediyor ve hamd ediyorum. Allah'ım, yarattığın herşeyde Seni buluyorum çünkü, Sen hiç bir şeyi sebepsiz yaratmazsın.

Değerli okuyucu, son birkaç yıldan beri yoğun bir şekilde söğüt yaprağı üzerine çalışmaktayım. Öylesine güçlü ve etkili ki, şaşkınlığımı gizleyemiyorum. İnşaallah yazmakta olduğum yeni kitabıma elde ettiğim yepyeni özelliklerini ve sonuçlarını yetiştirebileceğim.

Dişi söğütte bulunan bazı etkin maddeler:

4-O-METHYL-GLUCURONOXYLAN
5-HYDROXY-PIPECOLIC-ACID L
ALBOSIDE
ALPHA-CELLULOSE
ALUMINUM
APIGENIN
ARABINOSE
ASCORBIC-ACID
BETA-CAROTENE
CALCIUM
CATECHIN
CATECHIN-TANNINS CELLULOSE
CHROMIUM
COBALT
CYANIDIN L
CYANIDIN-3-GLUCOSIDE
FRAGILIN
GALACTOSE
GLUCOMANNAN
GLUCOSE
GRANDIDENTATUM
HEMICELLULOSE
HOLOCELLULOSE
IRON
ISOQUERCITRIN 
LIGNIN
MAGNESIUM
MANGANESE
NIACIN
P-COUMARIC-ACID
PENTOSANS
PHOSPHORUS
PICEIN L
POTASSIUM
PROTEIN
QUERCETIN
QUERCIMERITRIN
RESIN
RHAMNOSE
RIBOFLAVIN
RUTIN
SALICASE
SALICIN L
SALICORTIN L
SALICYL-ALCOHOL L
SALICYLIC-ACID L
SALIDROSIDE
SALIREPOSIDE
SELENIUM
SILICON
SODIUM
STARCH
TANNIN
THIAMIN
TIN
TRIANDRIN
VIMALIN L
XYLOSE

Tarçın
Tarçın
Değerli okuyucu, tarçın öylesine bir nimettir ki, adeta her derde devadır. Haftada en az dört kez, kabuk tarçının çayını mutlaka içerim. Ve mutlaka en az onbeş-yirmi gün hiç tüketmem. Bunu belirttikten sonra, onu neden bu kadar tercih ettiğimi sormuş olabilirsiniz. İşte, kabuk tarçının çayını haftada en az dört kez tercih nedenim;
 
·         Şeker hastalığına karşı önleyicidir.
·         Kan şekerini düşürmede yardımcı olur.
·         Romatizmaya karşı önleyicidir.
·         Faranjite karşı dirençli kılar.
·         Yüksek tansiyona yakalanma riskini azaltır.
·         Yorgunluğu gidericidir.
·         Gerginliği alıcı, sakinleştiricidir.
·         Geniş spektrumlu doğal bir anti bakteriyeldir.
·         Deri hastalıklarına karşı direnç kazandırır.
·         Bağırsaklarda nitrozamine oluşumuna engel olur.
·         Yoğun çalışma temposunun neden olabileceği baş ağrılarını önler.
·         Mide dostudur.
·         Zihin yorgunluğunu alır.
·         Kansere karşı vücudu dirençli kılar.
·         Bağışıklık sistemini güçlendirir.
·         Çok sayıda farklı moleküler yapılı antioksidan içerir.
·         Stresi ve gerginliği alır.
·         Migrene karşı önleyicidir.
 
Değerli okuyucu, tüm bu özelliklerini belirttikten sonra kabuk tarçın çayını abartılı olarak tüketmeyiniz. Haftada en fazla dört-beş defayı geçmemelidir. Dönem dönem onbeş-yirmi günlük aralar verilerek tüketilmesi çok daha etkilidir. Unutmayınız, hiçbir bitkisel çayı alışkanlık haline getirmeyiniz. Vücudunuzu alıştırmayınız. Vücudu alıştırmak demek, ona ihtiyaç duyulduğunda etkisinin daha az olabileceği anlamına gelir.
 
Tarçın tanıdığım tüm baharatlar içerisinde en güçlü antioksidandır. En az dokuz adet antioksidan içermektedir. Tarçın ağacının kökleri, potasyuma karşı öylesine seçici (selektif) davranır ki, adeta yetiştiği toprağın potasyumunu emer ve depolar. Kabuk tarçın veya toz tarçın çok zengin bir potasyum deposudur.
 
Şeker hastaları
Tarçının içerdiği iki önemli etkin madde, glykosil transferaz enzimini aktive etme (uyarma) özelliğine sahiptir. Bu özellik ne anlama gelir? Glykozil tranferaz enzimi, fazla miktardaki glukoz (şeker) moleküllerini, tıpkı bir tesbih dizer gibi teker teker yan yana dizerek (polimer) zincir oluşturur. Glukoz moleküllerinin teker teker dizilmesine polymerik zincir adı verilir. Depolanmış haline de glikojen denir. Kısaca, tarçın kan şekerini (glukoz) tesbihde olduğu gibi yan yana dizerek karaciğerde glikojen olarak depolar. Vücut, şekere ihtiyaç duyduğunda glikojeni tekrar glukoza (şekere) dönüştürerek kullanır.
 
Tarçın, aynı anda bir taraftan glykosil transferaz enzimini aktive ederken, diğer taraftan da serin-treonin protein kinaz enzimini inhibe eder (frenler). İşte, aynı anda hem aktive hem de inhibe etme özelliği, insulin hassasiyetini artırmaktadır. Bu anlamda, tarçın yüksek kan şekerinin düşürülmesinde iyi bir yardımcıdır.
 
Değerli okuyucu, tarçının bu özelliğini kesinlikle kan şekerini düşürücü bir ilaç gibi değerlendirmemek gerekir. Tarçın çayı veya toz tarçın kan şekerini düşürmede yardımcı, insulin direncini azaltmada fonksiyoneldir. Yani, etkendir.
   
     
     
   
 
Yeşil Mercimek
Yeşil Mercimek

 

Latince : Lens culinaris
İngilizce : Lentil
Almanca : Linse 
Özellikleri : Kolesterol düşürücü radyoterapi ve kemoterapi sonrası ● trombozit düşüklüğüne karşı

Mercimek, hem tansiyon dengeleyici hem de kolesterol düşürücüdür. Tansiyon dengeleyici özelliği içerdiği esculin ve choline maddelerinden kaynaklanmaktadır. Esculin, tansiyon yükseltici etki (hypertensive) gösterirken choline de tansiyon düşürücü etki (hypotensive) gösterir. Sonuç olarak, birbirlerine tamamen zıt özellik taşıyan bu iki etkin maddenin aynı anda bulunması mercimeğe tansiyon dengeleyici özellik kazandırmaktadır. Bu özellikler ağırlıklı olarak yeşil mercimekte vardır. Mercimek aynı zamanda mükemmel bir protein deposudur. Etin yerini en iyi dolduran bakliyatlardan biridir.
 
Yağsız yeşil mercimek çorbası kürü, en az enginar kadar kolesterolü düşürücü özelliğe sahiptir. Haftada iki-üç defa tüketeceğiniz yağsız mercimek çorbası, bir taraftan kolesterolünüzü kontrol altına almanıza diğer taraftan da tansiyonunuzun dengelenmesine yardımcı olacaktır. Burada tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum; mercimek kürü ne tansiyon problemini ne de kolesterol sorununu tedavi eden bir ilaç gibi düşünülmemelidir. Kolesterol veya tansiyon şikâyetleriniz varsa mutlaka bir hekime gidiniz.
 
Beslenmeye bağlı olarak kolesterol yüksekliği varsa bu takdirde haftada birkaç defa tüketeceğiniz yağsız yeşil mercimek, kolesterolünüzü kontrol altına almanıza önemli katkıda bulunabilecektir. Eğer genetik olarak hypercholestrol söz konusuysa, bu takdirde bu kürün faydasının olmayacağının bilinmesi gerekir. Genetik olarak kolesterol yüksekliği (hypercholestrol) durumunda hekim kontrolünde ve yine hekimin önereceği ilaçlar söz konusu olacaktır.
 
Yeri gelmişken belirtmekte fayda gördüğüm bir nokta da şudur. Kandaki kolesterolün yükselmeye başlaması veya yüksek değerlere ulaşması kişinin herhangi bir rahatsızlık hissetmesine neden olmaz. Ancak, kolesterolün uzun zaman yüksek değerlerde kalması, çoğu kez geri dönüşü olmayan değişik kalp-damar rahatsızlıklarının ortaya çıkmasına neden olur. Bu nedenle, zaman zaman kan tahlili yaptırarak kolesterol seviyesinin belirlenmesinde çok büyük faydalar vardır. Çünkü erken teşhis edilen kolesterol yüksekliği ileride yakalanma riski altında olduğunuz birçok hastalığın tedbirini aldırmış olacaktır.
 
Kolesterol yüksekliğinin zaman içerisinde sebep olacağı hastalıklar genelde geri dönüşü olmayan kalıcı rahatsızlıklardır. Unutmayınız ki, kalıcı rahatsızlıklar yaşam kalitenizi düşürür.

Dikkat: Yüksek kolesterol şikâyeti olanlar
Değerli okuyucu, yüksek kolesterol şikâyeti olan hastalar hekimlerinin önerileri doğrultusunda kolesterolü baskılayıcı, örneğin statin grubu, ilaç kullanmak zorundadırlar. Katıldığım bir akşam yemeğinde kolesterol düşürücü ilaç kullandığını söyleyen bir tanıdığım, o akşam dikkat etmesi gereken bazı yemekleri ve tatlıları hiç çekinmeden tüketmişti. Yemek sonrası kendisine, akşamki ziyafette ölçüye dikkat etmediğini söylediğimde, bana aynen şu cevabı verdi: “Sayın hocam, nasıl olsa ilaç kullanıyorum, pek fazla dikkat etmeme gerek yok”.  
 
Kendisine bunun çok yanlış olduğunu anlattım. Çünkü kolesterol düşürücü ilaçlar, öğünlerde tükettiğimiz besinlerin içerdiği kolesterolü etkilemez. Kolesterol düşürücü ilaçlar, karaciğerin kendi ürettiği kolesterolü baskılar, yani karaciğerin daha az kolesterol üretmesini sağlar. Ancak besinler üzerinden aldığımız kolesterol üzerinde herhangi bir düşürücü özelliğe sahip değildir. Bu nedenle kolesterol oranı yüksek olan besinlere ve şeker oranı yüksek olan tatlılara karşı mutlaka ölçülü olunması gerekir. Önerilen diyete, ilaç kullanılmasına rağmen mutlaka uyulması gerekir.
 
Kolesterol düşürücü ilaçlar kanda bulunan kolesterolü düşürmez veya parçalamaz. Sadece ve sadece karaciğere daha az kolesterol üretmesi komutunu verir. Değerli okuyucu, hemen hemen tüm kolesterol düşürücü ilaçlar diyabet hastalığına (şeker hastalığına) yakalanma riskini artırır. Şeker hastasıysanız ve statin grubu (kolesterol baskılayıcı) ilaç kullanıyorsanız, bu durumun kan şekerinizin yükselmesinde etkili olabileceğini göz ardı etmeyiniz.
 
Kemoterapi ve/veya radyoterapi sonrası
Kemoterapi (ilaç tedavisi) ve/veya radyoterapi (ışın tedavisi) gören hastalarda panzitopeni sıkca karşılaşılan bir durumdur. Panzitopeni demire bağlı kansızlık (anemi), trombozit ve lökosit sayısındaki düşüş olarak tanımlanır. Trombozit sayısındaki düşüş özellikle kemoterapi sonrası gözlenmektedir. Bu durumda olan hastalara haftada en az üç-dört kez çok az sıvı yağ ve az su kullanarak yapılmış yeşil mercimek çorbası tüketmelerini öneririm. Bu bir aylık mercimek kürü, platelerin (trombozit) normal seviyelerine gelmesinde mükemmel bir takviye oluşturacaktır. Bu kür anemiye karşı etkili değildir. Anemiye karşı kullanılacak olan kür, kereviz-ıspanak kürüdür. Bu kür için ilgili bölümü okuyunuz.
 
Yeşil mercimek çorbasına ek olarak uygulanacak 10 günlük lavanta kürü trombozit sayısını daha da hızlı bir şekilde yükseltecektir. Lavantanın hazırlama ve tüketim şekli, lavanta bölümünde hepatit hastalarının uyguladıkları kürdür.
 
Dikkat:  Lavanta kürünü, tek başına trombozit (platalet) sayısını yükseltme amaçlı kullanmayınız. Ancak, mercimek kürü tek başına uygulanabilir.
 
Değerli okuyucu, yeri gelmişken belirtmekte fayda görüyorum. Kemoterapi uygulaması tamamlandıktan en az üç gün sonra bitkisel kür uygulayabilirsiniz. Kemoterapi sonrası üç gün geçmeden ve hekiminize danışmadan herhangi bir bitkisel kür uygulamayınız.  
 
Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.

Yulaf samanı
Yulaf samanı
Yulaf yeşilken toplanmalı ve gölgede kurutulmalıdır.  KOAH (Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı), bronşit ve vitiligo (ala hastalığı) şikayetlerine karşı önermekteyim.  Kürlerin hazırlama ve kullanma şekilleri için "Bitkisel Sağlık Rehberi" adlı kitabımda geniş bilgi verilmiştir. Güneş altında sararmış veya kurutulmuş yulaf samanı amaca uygun değildir. Bitkisel tedavi amaçlı kullanılacak yulaf samanının en uygun ve doğru toplama zamanı, yeşilken ve  tohumları sertleşmemiş (sütlü) olmalıdır. Mutlaka gölgede kurutulmalıdır. 
 
NOT: Hekim kontrol ve önerilerini ihmal etmeyiniz
 
Yulafta bulunan bazı etkin maddeler:
 
1,3,4-PENTANE-TRICARBOXYLIC-ACID-TRIMETHYL-ESTER
1,3-AMINO-PROPYL-PYRROLINIUM
2,2,6-TRIMETHYL-CYCLOHEXANONE
2-METHYL-HEPT-2-EN-6-ONE
26-DESGLUCOAVENACOSIDES
3,4-DIMETHOXY-ACETOPHENONE
4,5-DIHYDROXY-7-METHOXY-8-C-GLUCOSYL-O-RHAMNOSIDE
4-VINYL-GUAIACOL
5-HYDROXY-3',5'-DIMETHOXY-GLUCOSIDE
5-HYDROXY-N-HENTRIACONTAN-14,16-DIONE
6-HYDROXY-N-HENTRIACONTAN-14,16-DIONE
7-HYDROXY-N-HENTRIACONTAN-14,16-DIONE
7-METHOXY-VITEXIN-O-RHAMNOSIDE
ACETIC-ACID
ACONITIC-ACID
AEGILOPSIN
ALANINE
ALPHA-KETO-GLUTARIC-ACID
ALPHA-TOCOPHEROL
ALUMINUM
APIGENIN-6,8-DI-C-GLUCOSIDE
APIGENIN-6-C-GLUCOSIDE
APIGENIN-6-C-GLUCOSYL-ARABINOSIDE
APIGENIN-8-C-ARABINOSYLHEXOSIDE
APIGENIN-8-C-RHAMNOSYLGLUCOSIDE
ARGININE
ASPARTIC-ACID
AVENACINS
AVENACOSIDE
AVENACOSIDE
AVENALUMIN-I
AVENANTHRAMIDES
AVENARIN
AVENIC-ACIDS
AVENIN
BENZALDEHYDE
BETA-CAROTENE
BETA-CYCLOCITRAL
BETA-HYDROXY-BETA-METHYL-GLUTARIC-ACID
BETA-IONONE
BETA-SITOSTEROL
BETAINE
BIOTIN
BORON
BRASSICASTEROL
BUTENYL-ISOTHIOCYANATE
CAFFEIC-ACID
CAFFEIC-ACID-ESTER
CALCIUM
CAMPESTEROL
CARBOHYDRATES
CAROTENE
CARYOPHYLLENE
CELLULOSE;
CHLORINE
CHLOROPHYLL-A
CHLOROPHYLL-B
CHOLESTEROL
CHOLINE
CHROMIUM
CITRIC-ACID
COBALT
COLAMINE
COPPER
CYSTINE
DEC-TRANS-2-EN-1-AL
DEC-TRANS-2-TRANS-4-DIEN-1-AL
DELTA-5-AVENASTEROL
DELTA-7-AVENASTEROL
DELTA-7-STIGMASTEROL
DELTA-AMINO-LEVULINIC-ACID
DIADENOSINE-TETRAPHOSPHORIC-ACID
DIAMINO-PROPANE
DIMETHOXY-BUTYL-BENZENE
ERGOTHIONEINE Seed:
FERULIC-ACID
FERULIC-ACID-ESTER
FOLACIN
FORMALDEHYDE
FRUCTOSE
FUR-2-ALDEHYDE
FURFURAL
GAMMA-MUUROLENE
GERANIOL-ACETONE
GLUCOSE
GLUCOVANILLIN
GLUTAMIC-ACID
GLUTARIC-ACID
GLYCINE
GRAMININE
GUANINE
HEPTAN-1-AL
HEPTANAL
HEX-CIS-3-EN-1-OL
HEX-TRANS-3-ENYL-ACETATE
HEXANAL
HEXYL-ACETATE
HISTIDINE
HYPOXANTHIN
INDOLE-3-ACETIC-ACID-GLUCOPROTEIN
IODINE;
IRON
ISOLEUCINE
ISOORIENTIN
ISOORIENTIN-2"-O-ARABINOSIDE
ISOORIENTIN-2"-O-BETA-D-DIGLYCOSIDE
ISOORIENTIN-7-O-BETA-D-GLYCOSIDE
ISOSWERTISIN-2"-O-ALPHA-L-RHAMNOSIDE
ISOSWERTISIN-2"-RHAMNOSIDE
ISOVITEXIN
ISOVITEXIN-2"-O-ALPHA-L-ARABINOSIDE
ISOVITEXIN-2"-O-ARABINOSIDE
ISOVITEXIN-2"-O-RHAMNOSIDE
LEUCINE
LICHENIN
LIGNIN
LIMONENE
LOPHENOL
LUTEOLIN-6-C-GLUCOSIDE
LUTEOLIN-6-C-GLUCOSYL-ARABINOSIDE
LYSINE
MAGNESIUM
MALIC-ACID
MALONIC-ACID
MANGANESE
METHIONINE
METHOXY-MALIC-ACID
MYRCENE
NIACIN
NICOTIANAMINE
NONA-TRANS-2-TRANS-4-DIENAL
NONAN-1-AL
NONAN-1-OL
O"-RHAMNOSYL-8-C-D-GLUCOPYRANOSYLGENKWANIN
OCT-1-EN-3-OL
OCT-TRANS-2-EN-1-OL
OCTAN-1-AL
OCTAN-1-OL
OCTANAL
OXALIC-ACID
P-COUMARIC-ACID
P-HYDROXY-BENZOIC-ACID
PANTOTHENIC-ACID
PENTOSANS PHAEOPHORBIDE
PHENYLALANINE
PHOSPHORUS
POTASSIUM
PROLINE
PROPANAL
PUTRESCINE PYRIDOXINE
QUERCETIN
RIBOFLAVIN
SALICYLIC-ACID-METHYL-ESTER
SCOPOLETIN
SCOPOLIN
SECALOSE
SELENIUM
SERINE
SILICON
SILICON-OXIDE
SINAPIC-ACID
SODIUM
SPERMIDINE
SPERMINE
STARCH
STIGMASTADIENOL
STIGMASTEROL
SUCROSE
SUGARS
SULFUR
TARTARIC-ACID
THIAMIN THREONINE
TIN
TRANS-BETA-OCIMENE
TRANS-HEPT-2-ENAL
TRANS-NON-2-ENAL
TRICIN
TRICIN-4',7-DI-O-BETA-D-GLYCOSIDE
TRICIN-4'-O-ALPHA-L-ARABINOSIDE
TRICIN-4'-O-BETA-D-GLYCOSIDE
TRICIN-7-O-ALPHA-L-RHAMNOSYL-HEXOSIDE
TRICIN-7-O-BETA-D-GLYCOSIDE
TRYPTOPHAN
TYROSINE
URONIC-ACIDS
VALINE Pla
VANILLIC-ACID
VANILLIN
VITEXIN-2"-RHAMNOSIDE
VITEXIN-O-GLUCOSIDE
XANTHOPHYLL-EPOXIDE
ZINC
   
Yüz Maskesi (Kayısı-Elma)
Yüz Maskesi (Kayısı-Elma)

Değerli okuyucu, doğal bir ürünün belli bir kısmını çöpe atıyor isek, onun hakkında bilgi sahibi veya ilim sahibi olmadığımızdandır. Doğa kesinlikle çöp üretmez. Örneğin, elmanın veya portakalın kabukları çöp değildir. Yıllar önce elma üzerinde araştırmalarıma başlamıştım. Taze elma genelde soymadan kabukları ile beraber yenilir. Elmanın kabuklarını soyup çöpe atanlar çoğunluktadır. Ne elmanın ne de portakalın kabukları çöpe atılmayı hak etmiyor. Portakalın kabuklarından reçel yapabilirsiniz. Hiçbir şey yapamazsanız, bu kış meyvesinin kabuklarını çöpe atmadan önce, evinizdeki ocağın veya sobanızın veya da sıcak kalorifer radyatörünün üzerine koyarsanız, tüm evinizi kaplayan hoş bir kokunun sardığını hayretle hissedebilirsiniz.
 
Elma kabukları üzerine yapmış olduğum araştırmalarımın sonucunda hiç beklemediğim bir sonuçla karşılaştım. Cildi mükemmel bir şekilde besleyecek, tazelik ve parlaklık kazandıracak etkin maddelere sahip olduğunu gördüm. Cilde parlaklık ve tazelik kazandıracak etkin maddelerinden nasıl faydalanabilirdik. Elma kabuklarını bu amaçla tek başına kullanmak yeterli değildi. İçerdiği bu faydalı etkin maddelerin cildimize uygulandığında etkili olabilmeleri için, ikinci bir promotora ihtiyaç vardı. Yaptığım çalışma sonucunda, en uygun promotorun kayısı olduğunu buldum.
 
Kozmetik ile ilgili çalışmalar, pek fazla üzerinde durmadığım ve zaman ayırmadığım konulardır. Bir deri hastalığı üzerine kırmızı elma kabuklarının etkili olabileceğini araştırmaya başlamıştım. Çünkü elmanın içerisinde bulunan bazı etkin madde gruplarının örneğin, digalactosyl-diglycerid bir deri hastalığına karşı etkili olduğunu biliyordum. Bazı meyve kabuklarında kimyasal adı farnesen olan bir etken madde vardır. Farnesen maddesinin çok iyi tanımlanmış alpha-farnesen ve beta-farnesen olmak üzere iki adet izomeri bulunur. Koklandığında, özellikle yeşil elmaya özgü kokuyu veren bu etken maddedir. Kabuğunda farnesen bulunan meyvelerin kabukları zarar gördüğünde, açığa çıkan farnesen havanın oksijeni ile temas ederek zarar gören bölgenin kararmasına (koyu kahve rengi) neden olur. Sonuçta meyve zedelendiği bölgeden çürümeye başlar. Farnesen maddesi, bulunduğu meyvenin kabuğunu (cildini) dirençli kılan bir maddedir. Araştırmalarımın sonunda kırmızı elma kabuklarının içeriğindeki etkin madde gruplarının tek başına etkili olamayacağını gördüm. Etkili olabilmesi için beraberinde farklı bir promotorla (işlev artırıcı) kullanılması gerekiyordu. Bu yolda araştırmaya devam ederken sırada kayısı vardı. Kırmızı elma kabukları ile kalın soyulmuş kayısı karışımı cilde tazelik, canlılık kazandıran mükemmel bir maske oluşturduğunu buldum. Ne var ki, kırmızı elma kabuklarıyla beraber kayısı uygulaması araştırdığım deri hastalığına çözüm getirmemişti ama yan sonuç olarak cilt tazeliği, cilt canlılığı ve cildin güzel görünümü için uygulanabilecek başarılı bir yüz maskesi ortaya çıkmıştı.

Kırmızı elma – kayısı yüz maskesi

 

Bu maske için kullanacağınız malzemeler: 1 adet sert, ekşi olmayan orta boy kırmızı elma ve 4 adet sert kayısıdır.

 

Bir adet orta boy kırmızı elmanın kabuğu ince olarak soyulur. Maske için kullanılacak olan kırmızı elmanın ince soyulmuş kabuklarıdır. 4 adet sert kayısı (yumuşak olmayan) her biri  yaklaşık 1.5 cm kalınlığında soyulur (kabukları ile beraber). Kayısının çekirdeğinin etrafında bulunan yumuşak plazenta kısmı kullanılmamalıdır. İnce olarak soyulmuş kırmızı elma kabuğu ile kalın etli (1,5 cm) soyulmuş 4 adet kayısı beraberce küçük bir kapta ve çok az su ilave ederek hafif ateşte 5 dakika lapa haline getirilir. Lapa haline getirilirken çatal yardımıyla da iyice ezilir. Lapanın çok cıvık olmamasına özen gösteriniz. 5 dakikalık lapa yapma süresinde az az su ilave ederek çok cıvık olmayan kıvamı koruyunuz, çatal veya kaşık yardımıyla iyice ezerek homojen hale getiriniz. Beş dakika tamamlanınca ılımasını bekleyiniz. Ilıyınca iki parmak yardımıyla alnınıza, burun ve yüzünüze çok hafif bir şekilde fazla bastırmadan yedirerek sürünüz. En az yirmi en fazla otuz dakika bekletiniz. Daha sonra sadece suyla yıkayınız ve havlu ile kurulayınız. Bu işlem haftada bir kez uygulanır. Ayda üç defadan fazla uygulamayınız.

Not: El blendırı veya mutfak robotu yardımıyla hazırladığınız maskeyi iyice homojen hale getirebilirsiniz. Yüzünüze sürdükten sonrada bir dakika uzaktan fön tutarak bir miktar kurutunuz. Cildinizn yavaş yavaş gerilmeye başladığını görebileceksiniz.

     
 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol